35,3590$% 0.03
36,5624€% 0.14
43,7420£% -0.01
3.018,07%-0,26
4.950,00%-0,26
3332061฿%-2.00836
erguvan buğusu sokaklar
kaldı bana
o şehirden
acemler’de
kükürtlü vaktine
soyunan masumiyet
koza han’da
ağırca taşı
zamanın
ıslak, ıtır
kokusu sürünen
ahşap evler
hüsnü züber’le
girilen
külliyeler avlusu
erguvan buğusu
yağmurlar kaldı
bana o şehirden
(Ahmet Uysal)
Bursa’ya Şiirler kitabının ilk şiiri “Erguvan Buğusu”. Hiç unutmam bir gün Alanya dönüşümde Antalya terminalinde bir genç otobüste yanımdaki koltuğa oturdu, kız arkadaşı Bursalıymış.
Tanışma faslımızdan sonra güzel sohbetle Bursa’ya kadar geldik. Pencereden gördüğü palmiyeleri göstererek “Buranın palmiyeleri çok küçük” dedi gülümsedim, “Onlar buraya özgü değiller ki, nasıl Antalya’nın palmiyeleri güzelse Bursa’da da çınarlar vardır böyle” dedim.
Otobüslerde gençlerin yanıma denk gelmeleri beni mutlu ederdi. Yine doğu kökenli olduğunu tanışınca öğrendiğim sempatik bir genç Ankara dönüşü aynı şekilde yanımdaki koltuğa denk geliyor.
Tanışıyoruz. “Abi ben hayatımda hiç zeytin ağacı görmemiştim” diyor Bursa’daki ablasını arada bir ziyaret edermiş. Tebessüm ediyorum bu defa o soruyor ben yanıtlıyorum: “Bunlar daha bile küçük Denize yakın yerlerde daha gürbüz olanlar var” diyorum. Hoşuna gidiyor.
Her zaman şaşarım ve aklım bir türlü almaz İnsanlar eldekinin kıymetini bilseler öbürkülerde olana değer verirler miydi? Bu herhalde bir çeşit meraktan kaynaklanıyor ya da özentiden, farklı görünmekten.
Komplekslikten de olabilir kim bilir? Boşuna taş yerinde ağırdır dememişler. Palmiyelerden söz ediyorum: Fomara’daki İtalya’dan ithal edilen palmiyelere dikkatlice baktım geçen. Seneler geçti halbuki.
Kimi tıfıl kalmış kimi biraz daha iri. Bir ara da yapay ışıklı palmiyeler vardı. Basına yansıyan haliyle Trabzon ve Urfa’da sorun olmuştu bu palmiyeler. Bursa’da da vardı böyle bir furya.
Bir palmiyelerimiz eksikti neyse ki erguvan daha popüler oldu ve palmiye konusu unutuldu gitti. Ondan önceki belediye yönetimi lale düşkünü idi. Şimdikiler ise kamelyalara kafayı taktı gibi, ne yapacakları hiç belli olmuyor…
Tepeler yamaçlar onlarla süslüymüş bir zamanlar. Şimdi onlar da kente mahkumlar, kırlardan dağlardan uzaktalar; kah bir çocuk parkı kah bir mezarlıkta rastlanıyor erguvanlara.
Ya da bir alışveriş merkezi bahçesinin zoraki mahpusları gibiler…
Erguvan dinsel metinlerde adından sıkça söz edilen bir ağaç. Hristiyanlar Erguvan’a, İsa’nın çarmıha gerildiği ya da onu eleveren havarinin pişmanlıktan kendisini astığı ağaç olarak bakarlar.
Baharı müjdeleyen erguvanlar nisan mayıs aylarında kendine özgü renkte çiçekler açar. Hristiyanlara göre önceleri beyaz açan çiçekleri sonra kan ve pişmanlıktan şimdiki eşsiz renge dönüşmüş.
Romalılar soyluların giydiği o ulvi erguvani renkli esvablarını bir hayvancığın kanıyla boyarlarmış.
Osmanlının lale ve gül kadar sevmese de uğruna fasıl ilan ettiği ağaç. O yıl çok açarsa bolluk ve bereketli olacağına inanırlarmış. Turgay Fişekçi,
Kıskanılacaksa büyük şair
Hayatıyla kıskanılmalı.
Şiir, hayata göre kolay bir eylem.
Bir gün uğraşılarak güzel bir şiir yazılabilir:
Mavi bir göğü pembeye boyayan
Birkaç erguvan ağacını,
Bir çınar gölgesindeki
Serin bir su sesini,
Bir yakınlığı düşleyerek.
diyor bir şiirinde. Erguvan tipik maki yani bir Akdeniz bölgesi bitkisi. Halk arasındaki adı: Boynuz. Edebiyatımızda da mazisi olan bir ağaç ve dizelerden eksik olmamış bir çiçektir halbuki.
Yahya Kemal’de baharın simgelerinden biri dağ dağ kızaran erguvanlar, Mehmet Emin Yurdakul’da bütün renkler arasında en güzeli. Baki’nin en sevdiği, Tanpınar’ın gülden sonra bayramı yapılacaksa çiçeği.
Devrimci edebiyatımız için ise bir zenginlik değil biraz hüzün demektir erguvan ve erguvanlı baharlar…
Nâzım Usta kendisini tanıttığı (otobiyografik) şiirinde, kimi insan otların kimi insan balıkların çeşidini bilir ben ayrılıkların kimi insan ezbere sayar yıldızların adını ben hasretlerin demişti.
Çok severim bu dizeleri çünkü insan kendini bulduğu her şeyi sever. Kültür çiçeklerini yani saksıdaki çiçekleri bahçedeki çiçekleri kısaca yanı başındaki narin el bebek gül bebek misali binbir meşakkatle büyütülen çiçekleri bilir de kır çiçeklerini tanımaz pek ot der çalı der onlara geçer.
Şehirli insanlara belki uzak olduklarından belki de onlara ulaşmanın olanaksızlığından. Elbet karanfili gülü de severim ama bana hep daha ilginç daha hatırlı gelmiştir kır çiçekleri.
Süs bitkilerini babadan gelen bir ilgiyle tanıdım, bazılarını bilmesem de çoğunu isimleriyle sayarım (babam özgün; latince isimlerini ezbere bilirdi). Kır çiçeklerine de sonradan merak sardım.
Uludağ ya da Olimpos eski adıyla Keşiş dağı Bursa’ya eteklerini uzatır…
Uludağ’ın Bursa’ya armağanı ovayı şenlendiren suları olduğu kadar eteklerinde yetişen sayısız bitki kuşağıdır (Mayr adında Alman bir botanikçi belirtmiştir ilkin, toplam 7 kuşak, her kuşakta ayrı bitki türleri mevcut olduğunu) Son yıllarda kent betonlaştıkça sanki inadına bazı türler beliriyor.
Bu türlerden bazılarını zaman zaman resimliyorum: Aslanağızları, Sığır Kuyruğu (Verbascum Thapsus) ve Çan çiçekleri…
Efes’in bu ünlü endemik bitkisinin bazı türleri Bursa surlarını da süslüyor…
Bu çiçekler öyle saksıya pencereye gelecek türden değil bir sur dibinde, bir burcun en keskin yerinde bitiveriyor… Ah bir de o çakma restorasyonlar olmasa…
İda sözlüğü’ne ektir:
ida sözlüğü inadına mavidir;
tutar yeri göğü.
güle tutkundur üstelik;
gül:anlam mı bırakır bir sözlükte!
sözlük bir çiçeğe yenilirse,
karşılığı ne olur lâlenin?
ahmet uysal mı, lavanta kokulu,
tozlu bir yolmuş meğer!
– Tamer UYSAL
Bireysel emeklilikte yüzler gülüyor!..