35,2068$% 0.3
36,7672€% 0.92
44,3202£% 0.7
2.968,33%1,32
4.853,00%0,96
3433497฿%0.42977
27 Eylül 2022 Salı
Türkiye'de Liyakat ve Vurdumduymazlık Sorunu!..
Sıra kimde?
Gemici'den Alman vatandaşı yurttaşlarımıza: 'Türk Vatandaşlığı İçin Başvurun'
Miço Şaşırma, Sabrımızı Taşırma!..
Riba, Ülkemizi Vatan mı edinmiş?..
Şeyhliğimi İlan Ediyorum!..
Gençlere Sesleniyorum-69
Sevgili Gençler!..
Medrese, Arapça bir kelimedir. Medrese’nin sözlük anlamı, “Ders görülen veya ders okutulan yer” dir. Terim olarak medrese, “İslâmî ilimleri tahsil eden öğrencilerin yatıp kalktıkları ve tahsil için çalıştıkları (öğrenim gördükleri) vakıf odalarının bulunduğu yapı”dır.
İslâm’ın ilk yıllarında medreseler yoktu. Eğitim ve öğretim evlerde yapılıyordu. Özellikle Sevgili Peygamberimiz (S.A.S.) Efendimizin evi, bir ilim ve irfan merkezi, nur ve feyiz kaynağı, şifa ve kurtuluş sığınağı idi.
Risâlet ( Peygamberlik) görevine başlamasından sonra yaklaşık dört yıl, kurtuluşu ve insanca yaşamayı Hak yolda görenlere İslâm’ı evinde anlattı.
Risâlet görevinin 4. yılında yeni bir dersane açıldı. Abdullah bin Erkam diye bilinen Erkam Bin Ebi’l- Erkam (R.A) ın evi! Hazreti Erkam, İslâm’ın ilk çileli günlerinde hiçbir fedakarlıktan kaçınmadı.
Erkam (R.A) ın ailesi, cahiliyye döneminde fevkâlade izzet ve itibar sahibi idi. Erkam Bin Ebi’l- Erkam, Peygamberimizin durumunu dikkate alarak Müslümanların daha geniş bir yerde toplanıp İslâm’ı öğrenmeleri için evini medreseye çevirdi.
Allah’ın Resûlü (S.A.S), özellikle gündüzleri Erkam’ın evine geliyor, orada toplanan Müslümanlara İslâm’ı anlatıyordu.
Erkam (R.A), Medine’ye hicret edince Sevgili Peygamberimiz (S.A.S), onu Ebu Talha (R.A) ile kardeş yapmış, huzur ve sükûn içinde yaşayabilmesi için de Benî Züreyk semtinde ona biraz arazi tahsis etmişti.
Hazreti Erkam, büyük özelliklere sahipti. Büyük fedakârlıkları yanında yiğitlik ve kahramanlıkta da ileri idi.
Hayatta olduğu müddetçe hemen bütün savaşlara iştirak etmişti. Özellikle Bedir, Uhud, Hendek, ve Hayber savaşlarında büyük kahramanlıklar göstermiştir.
Bu zat, Sevgili Peygamberimizin kendisine tevdi ettiği (verdiği) zekât toplama işini de en güzel bir şekilde yürütmüştür. Fevkâlade takva sahibi olan bu zat, her işinde Allah’ın rızasını gözetirdi.
Üçüncü Halife Hz. Osman zamanında Beytülmal’in işlerini yürütmekle görevlendirilmiş; en iyi şekilde bu görevi yerine getirdikten sonra Halife Hazreti Osman, bu hizmetine karşılık kendisine 300 dirhem göndermiştir.
Erkam (R.A), bu parayı almamış ve, “Ben Allah rızası için çalıştım. Bu parayı alamam” demiştir.
Hicretin 53. yılında 83 yaşında iken Medine’de vefat eden Erkam (R.A), vasiyeti üzerine cenaze namazı Sa’d bin Ebi Vakkas (R.A) tarafından kılındıktan sonra Bâki mezarlığına defnedilmiştir.
İşte bu dönemde, inşasına bizzat Peygamberimiz (S.A.S) Efendimizin katıldığı, “Mescid-i Nebi”nin yapılış tarzında yeni bir dönemin başlangıcına işaret vardır.
Dikdörtgen şeklinde kerpiçten yapılan ve üzeri hurma dallarıyla örtülen Medine’deki bu ilk mescidin yanına bir SUFFE, bir de Resûlullah’ın ailesi için birkaç küçük oda ilave edilmiştir.
Mescidin bitişiğinde kalanlar, yalnız ilim tahsil ederlerdi. Öğretmenliğini bizzat Peygamberimiz (S.A.S) Efendimizin yaptığı bu medresede 40 veya 400 sahabi tahsil görüyordu.
Sevgili Gençler!..
Cehalet karanlığının ilim aydınlığıyla sıyrılmaya başladığı bir zamanda kurulan bu ilim yuvası, sıradan bir medrese değil, bütün dünyaya ışık tutacak olan bir İslâm Üniversitesiydi.
Bu mütevazi ve nurlu Üniversitenin Rektörlük ve Öğretim Üyeliğini bizzat Allah’ın Resûlü yapıyordu.
İslâmın ilk ilim merkezi olarak adlandırdığımız bu ilim yuvasına devam eden sahabe öğrenciler, ziraat ve ticaret gibi belirli işleri, az da olsa geçimlerini temin edecek kadar gelirleri olmadığı için Ashab-ı Kiram’ın en fakirleriydiler.
İslâm’ın ilk ilim merkezinde okuyan bu öğrencilere, diğer sahabeler yiyecek getirirlerdi.
Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimede bu bahtiyar insanların durumlarını şöyle beyan ediyor
“ (Sadaka); Allah yolunda kendilerini vakfetmiş, yeryüzünde dolaşmaya muktedir olmayan fakirler içindir; o fakirler ki, iffetlerini muhafaza etmek için (halktan bir şey) istemediklerinden dolayı, hallerini bilmeyen onları zengin zanneder.
(Ey Habibim) Sen onları simalarından tanırsın. Onlar yüzsüzlük edip de halktan (bir şey) istemezler. Siz hayırlı yolda ne mal harcarsanız, Allah herhalde onu bilir.”
Ayet-i Kerimede, “kendilerini Allah yolunda vakfetmiş” kimseler olarak tavsif edilenler, İslam’a hizmet etmek ve dolayısıyla Allah’ın rızasını kazanmak için ilim tahsilini gaye edinmiş olan kimselerdir.
Ne var ki bu ilim tahsili, onlara ya çarşı veya pazarda ticaretle veya tarlada ziraatle meşgul olup geçimlerini sağlamaya engel olduğu ve hiçbir gelirleri de olmadığı için bu talebeler, halkın en fakir tabakası olmuştur.
Ancak bu sahabe öğrenciler, fakir olmalarına rağmen nezaket ve iffetlerinden dolayı durumlarını halka açıklayıp da onlardan bir şey istememişlerdir. Sarsılmayan ve asla sönmeyen imanları buna engel olmuştur.
Halbuki asıl muhtaç olan kimseler bunlardı.
Sevgili Peygamberimiz (S.A.S) Efendimiz, bir hadis-i şeriflerinde sahabe öğrencileri işaret ederek şöyle buyurmuşlardır:
“İki kişilik yiyeceği olan üçüncüsünü, üç kişilik yiyeceği olan dördüncüsünü, dört kişilik yiyeceği olan beşincisini ve altıncısını (“Suffe” adı verilen medresede ilim tahsili edenlerden ) alıp (evine) götürsün.”
Suffe ehli (Ashab-ı Suffe) hiçbir zaman, işsiz, güçsüz, başkalarının sırtından geçinen kimseler değillerdi.
Bunlar, Resûlullah (S.A.S) ın yanından ayrılmayan, ona inen âyetleri ve bu âyetlerle gelen hükümleri öğrenen, hadisleri ezberleyen, kısacası o zamanda yeni yeni teşekkül etmeye başlayan tefsir, hadis, fıkıh ve akaid ilimlerini tahsil eden (öğrenen) talebelerdi.
Bunlar, seferde Hz. Peygamberle birlikte savaşlara da iştirak eder ve o eşsiz insanla birlikte kılıç sallarlardı. Ashab-ı Kiram’dan Abdullah İbn Said, İbni’l-As, Suffe’de kalan sahabelere yazı yazmasını öğretmek için görevlendirilmişti.
Mescid-i Nebi’nin bitişiğinde yer alan Suffe örnek alınarak medreselerin sayısı her geçen gün artmıştır. Değerli İlim adamları medreselerde öğretmenlik yapmışlardır.
Bunlardan “el-Kanun ve eş-Şifa” adlı eserlerin müellifi olan İbn-i Sina; İlim adamlarına ve ilim tahsili için çırpınan talebelere kucak açan İmam el-Gazali, 10.000 talebesi olduğu rivayet edilen Farabi; Camide tedrisat yapan Fahreddin el Razi; büyük hekim Ebu Bekir Razi’yi örnek verebiliriz.
Medreseler Abbasiler döneminde Bağdatta kurulan “Beytü’l-Hikme” ile parlamış, onuncu asırda Karahanlılar döneminde ise Devlet eliyle kurulmaya başlamıştır.
Medreseler konusunda asıl büyük gelişmelerin Selçuklular zamanında olduğu rivayet edilmektedir.
Eyyûbiler döneminde Mısır, Suriye ve Filistin’de; Tunus, Cezayir, Endülüs ve Semerkant’ta medreseler yaptırılmıştır.
Nizamü’l-Mülk’ün Bağdat, Nisabur, Şam, Diyarbakır, Irak, Horasan ve Semerkant’ta yaptırdığı ve “Nizamiye Medresesi” adıyla meşhur olan medreselerde Sünni inancı korunmuştur.
Nasr b. Sebüktekin’in yaptırdığı “Medrese-i Beyhakiye” adındaki medresesinde tefsir ve hadis ilimleri okutulmuştur.
Atabek Meliklerinden Nurettin Zengi’nin Şam, Halep, Hama, Humus gibi şehirlerde yaptırdığı medreseler, tarih sayfalarına kaydedilmiştir.
Selahaddin-i Eyyübi’nin Kahire, Kudüs ve İskenderiye’de yaptırdığı medreselerden yüzbinlerce talebe mezun olmuştur.
Eyyûbiler zamanında Mısır’da yaptırılan medreselerin sayısı 25’i bulmuştur. Mısırda 4. asır ortalarında kurulan “el-Ezher” medresesi (bugünkü ismiyle Ezher Üniversitesi) ilim ve irfan yuvası olarak günümüze kadar şöhretini korumuştur.
Osmanlılar döneminde de pek çok medrese kurulmuştur. Bunlardan ilki İznik’te kurulan Orhan Gazi Medresesidir. Daha sonra Bursa’da kiliseden çevrilen manastır medresesi ile, Çekirge ve Ulucami yanında kurulan medreseler göze çarpmaktadır.
Sevgili Gençler!…
Bu medreselerin bir kısmında ilahiyat, hukuk ve edebiyat; bir kısmında da tıp ve astronomi dersleri okutulurdu.
Fatih Sultan Mehmet döneminde Fatih ve Süleymaniye semtlerinde yaptırılan medreseler daha büyük kapsamlı idi.
Bu medreselerde dini ilimler yanında astronomi ve tıp ilimleri okutulan bölümleri de bulunuyordu.
Nitekim Kanunî devrinde Süleymaniye Camiinin yanında, sağlık merkezi olarak “Dar’üş Şifa” yaptırılmıştı.
Medreselerde, kurulduğu ilk yıllardan itibaren, çok değerli ilim adamları yetişmiştir.