34,4884$% 0.07
36,5229€% 0.37
43,7513£% 0.2
2.945,66%0,36
5.062,00%0,41
3365613฿%5.87111
14 Temmuz 2024 Pazar
Türkiye'de Liyakat ve Vurdumduymazlık Sorunu!..
Sıra kimde?
Gemici'den Alman vatandaşı yurttaşlarımıza: 'Türk Vatandaşlığı İçin Başvurun'
Miço Şaşırma, Sabrımızı Taşırma!..
Riba, Ülkemizi Vatan mı edinmiş?..
Şeyhliğimi İlan Ediyorum!..
– Prof.Dr. Hadi SAĞLAM
HABERİN VAR MI?
Ramazan biletini almış haberin var mı? Ramazanın son on gününe girmiş bulunuyoruz. İtikâf mı? O da nedir? Desene Akif olmaktır. Kendimizi kabre koymaktır. Tek gerçeği görmektir. Yalan dünyayı terk etmektir.
Kendimizi bulmaktır. İbadete çekilmektir. Kendini devletine ve milletine adamaktır. Mescitte veya evinin bir köşesinde hak divana durmaktır. Ümmetin ve devletin beratını almaktır. İnsanlığa dua etmektir.
İtikâf, Ramazanın son 10 gününü bir ülkede veya bir beldede veya bir köyde yapılması adettendir. Toplum adına temsilciler seçilir. Mevlanalar, Yunuslar aranır.
Devletimiz, milletimiz ve geleceğimiz dua ederiz. Çünkü için vakit dua vaktidir. Manevi hayatımıza tohum saçma günlerine giriyoruz. Mazlumlara ve mağdurlara dua anıdır.
Dualarımızın daha yoğun kabul olman zamanına giriyoruz. Bu kadim geleneğimiz camide olabileceği gibi evimizde de olabilir.
Evlerde genellikle kadınlar itikâfa niyet ederler. Kadiri mutlaksın divanında dururlar. Manevi mecliste ümmetin geleceğini onarlar.
Bin aydan hayırlı olan kadir gecesini yakalayabiliriz. Bu fırsatı güzel değerlendirebiliriz. Ramazan adı üzerinde günahları yakma ayıdır. Temizlik ayıdır. Tövbe ayıdır.
İtikâf fiili dua sonrası hasat vaktidir. İtikâf, tüm afet ve virüslerden temizlik fırsatıdır. Duanın kabul anıdır. Merhamet ayının berat vaktidir. Yarla yarı ğarın sohbet vaktidir.
Kim bilir tevhidin kudret vaktidir. İtikâfınız beratınız olsun.
Saygılarımla
….
Ne yazık ki bugün bilimin ve bilim adamının değeri yerlerde sürünmektedir.
Ancak bilinmelidir ki tarihten günümüze doğru bilgi ve fikirler, hiçbir devirde yok sayılarak, yok edilememişlerdir.
Bazen diyorum ki keşke İslam dininin özgürlük ve birey olma ilkesini anlayabilseydik.
Keşke her insanın bir dünya olduğunu, hiçbir kimse, başka bir kimsenin kulu ve kölesi olmadığının bilincinde olabilseydik.
Allah’ın nimetlerinden kardeşçe istifade edebilseydik. Ulvi gayelerimizin etrafında toplanabilseydik.
Asli sorumluluğumuzu idrak edebilseydik. اِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ اِخْوَةٌ “Müslümanlar kardeştir” ilkesi benimsenerek sözde değil özde bir toplumsal yapı kurabilseydik. Heyhat…!
Keza hak edene hakkını verebilseydik. Geleceğe umutla bakabilseydik. Birbirimizin yüzüne bakabilecek kadar dürüst olabilseydik.
Bu dünya hiç böyle olur muydu? Bazen diyorum ki hiç yazmayayım. Çünkü yazı ve söz dönemini çoktan aştık bile. Ama yine de bazen yazıyorum işte.
Yazılarımda hiçbir kesimi hedef almıyorum. Bir suçlu varsa o da benim ve biziz diyorum. Başaramadık. Müslümanlar olarak başaramadık. Üzgünüm ve dargınım.
Artık konuşma ve yazma döneminin bittiğini biliyorum. Bugün belki yazı ve söz döneminin israf olduğu dönemlere girmiş bulunuyoruz.
Artık toplumların yapısal ve iktisadi değişimine zemin hazırlanıyor. İnsan geçim için geleceğinden endişe duyduğu dönemlere giriyor gibiyiz.
Belirsiz bir dönem olan cehennem gibi bir döneme mi giriyoruz bilemiyorum. Doğrusu yeni bir toplumsal yapıya eviriliyoruz.
Günümüzün toplumları bugün birbirlerini sömürerek yaşamaktadırlar. Bugün iki çeşit sömürü vardır. Biri iç sömürü, biri de dış sömürüdür. Siyonizm ve Batı refahını dış sömürü üzerine kurmuşlardır.
Dış sömürgeciler kendi insanını sömürmezler. İç sömürgeciler yabancıları sömürmeyip kendi insanını sömürürler. İç sömürge hücrelerin kendi kendisini yemesi gibidirler.
Bu iç sömürünün araçları enflasyon, faiz, siyaset, din istismarı olarak nitelendirilebilir. Daha önceki yazılarımda enflasyon hırsızı ve faiz sömürüsünden bahsetmiştim.
Keza ülkelerde iki tip maddi ve manevi iç sömürü bulunmaktadır: Bunlardan biri aldatarak ve kandırarak sömürürler.
Bunlar yalanı da derler haramı da yerler. سَمَّاعُونَ لِلْكَذِبِ أَكَّالُونَ لِلسُّحْتِ Böylece kutsal kavramları, ticaretine ve siyasetine alet ederler.
İkincisi devleti ve kurumlarını ele geçirerek ganimet gibi paylaşırlar. Tarihteki ganimet dağıtma kültürünü kurumlara taşırlar. Bu sömürü siyasal sömürü olarak nitelenebilir.
Gelişmemiş ve hukuk düzenini kuramamış toplumların kaderi budur. Şimdi bu sömürüler hakkında kısa bir açıklama yapalım.
BİRİNCİSİ: Siyasi Sömürü
Gelişmemiş, kâmil devlet olamamış toplumlar ve devletlerde, siyasi sömürü hep tavan yapmıştır.
Zira toplumlar ve devletler, yolsuzlukları ve usulsüzlükleri, örf ve adet haline getirmişler, sonuçta hak kavramı dejenere olmuştur.
Hak etmediğini alma ve yeme kültürü oluşmuştur. Haksız gelir elde etme bir yaşam biçimi haline dönüşmüştür. Alın terine isyan edilmiştir.
Bu usulsüzlük ve yolsuzluk, bir yaşam biçimine dönüşmüşse, bu haksızlık adeta hak edilmiş kazanç olarak görülmüştür. Helal ve haram kavramlarına isyan edilmiştir.
Halk bu usulsüzlüğü yaşam biçimi haline dönüştürmüşse, bunları temsil edecek siyasetçinin de öyle olması kaçınılmaz olacaktır.
Halk ne ise siyasetçi de o olacaktır. Desene bir ülkede siyasal ahlaksızlığın varlığı, toplumsal ahlaksızlığın varlığını göstermektedir.
Böyle toplumlarda siyaset, iç sömürgecilik sistemi oluşturabilir. Kendi ülkesini ve milletini sömürebilir. Kendi gibi düşünmeyen insanlara zülüm edebilir.
Bu tür siyaset sayesinde, kendi ülkesini ve milletini sömürmek ciddi bir ahlak sorunu haline gelmiştir.
Böyle bir toplumun değer yargılarının dip yapmış olduğu görülür. Bu sömürü iştahı siyasete ilgiyi daha da artırabilir.
Herkes siyasete kutsallık atfederek, bu sömürü sistemlerini devam ettirmek için çalışırlar. Daha kolay kazanç elde edeceklerini ve geleceklerini teminat altına alacaklarına inanırlar.
Tarihten günümüze siyaseti önceleyen insanlar, hak için mi mücadele ederler yoksa leş için mi mücadele ederler bilemiyorum.
Sözlerinde hakkı dile getirseler de eylemlerinde bunu göremiyorsak bir sorunumuz var demektir.
Eee ne de olsa herkes cennete gitmek ister. Bu tür siyasette devletin kurumlarını adeta ganimet dağıtımına tabi tutarlar.
Klasik dönem savaşlarından elde edilen ganimetleri dağıtır gibi kurumları kendi siyasetinin ganimeti olarak görürler.
Devletin kurumlarını halkın hizmetinden çok siyasi örgütlerin rant kapısına dönüştürürler. Bu ganimet dağıtımıyla adeta kendi cennetlerini kurarlar.
Allah (cc) pardon devlet, malı istediğine verir rivayetlerine de sığınırlar. Ancak bir insan ne vicdanını ne de Allah’ı aldatamaz.
İKİNCİSİ: Dini Sömürü
İkincisi ise iç sömürüdür. Bu da Allah ile aldatarak din sömürüsü yapmaktır ki bu daha iğrenç bir kazanç yöntemidir.
Peygamberimiz din ile kazanç elde etmenin, iğrenç bir kazanç olduğunu ifade etmişlerdir.
Keza Allah, kendisine ulaşmak için aracılığın her türlüsünü yasaklamış, dini alet ederek aldatmayı da yasaklamıştır.
Peygamberimiz de bizi aldatan, bizden değildir buyurmuşlardır. Bugün âdeta din pratisyenliği ve din esnaflığı yapanları da görüyoruz.
Bilinçli değilse birbirlerine ok sallayan zümrelerin, din ve şeriat ilişkisini iyi anlayamadıkları da ortadadır.
Her ne kadar kendisini klasik eserlerle donatmış olsa da bir metodolojik düşünmenin olmadığı da ortadadır.
Tarihten günümüze din esnaflığı ve tüccarlığı yapanlar, iğrenç kazanç elde ederler ki bunlar dine de en büyük zararı verirler. Kendilerini de mutlak doğrunun tarafı olarak görürler.
Başka düşüncede olanları da tekfirle ve sapıklıkla suçlarlar. Bu talihsiz beyanlarla İslam dinini adeta Galatasaray ve Trabzonspor maçları gibi ideolojik bakarlar.
Öte yandan Allah’ın dinini vekâletle yaşama sistemi de bulunmamaktadır. Müslüman ipleri başkası tarafından oynatılan bir kukla da değildir.
Müslüman başkasının kafasıyla dolaşan bir insan da değildir. Zira Kur’an Allah’a ulaşmak için aracılığın her çeşidini yasaklamıştır. Kendilerinin dar akıl çaplarına göre vesileler bulurlar.
Mekke Müşrikleri gibi Allah adına konuşarak, Allah’a ortak koştuklarının bilincinde bile değillerdir.
Allah dinin koruyucusu benim dediği halde, adeta kendilerini dinin sahibi görürler. Bu cehalet ne yazık ki günah olarak kendilerine yeter.
Cehaletin tahsilini yapan bu tür kimseler, mürekkep cehaletlerini devam ettirirler. Farklı düşünen insanlara sille sallayıp gezerler.
Öyle ki Müslümanlar, Hristiyan saplantısı olan aracılığı tekrar diriltmenin gayretleri içerisindedirler.
Oysa namaz kılan insan, namaza ellerini kaldırdığı andan itibaren, Allah ile doğrudan irtibata geçmektedirler.
Namaz kılan insanın aracılar edinmesi, namaz ibadetini doğru anlamadığı ile ilgilidir.
Namaz kılan hiç bir aracıyı kabul edemez. Kendi akıl çapına göre yaptığı yorumları mutlak doğru addedemez.
Keza Bugün Kur’an’ın özünü ve ruhunu kavrayamadığımız için onun kabuğuyla ve lafzıyla boğuşuyoruz.
Oysa insanlık geçtiği aşamaya bir daha geri dönmeyecektir. Kavramlar, insanlar, yasalar doğar, yaşar ve ölürler. Ruhları baki kalsa da maddi kimlikleri sonludur.
Sürekli akan sosyal ve iktisadi hayat yeni düzenlemelerin yapılması da zorunludur. Aksi takdirde değer özelliğini kaybeden yasalar zaten pratikleri de olamaz.
İnsanları aldatarak, onların duygularını istismar eden her türlü sinsi tuzaklara dikkat edilmelidir.
Müslüman kendi için yapılmamasını istemediği bir ticareti ve davranışı kardeşine asla yapmamalıdır. Kendisine teslim olan müşterisini aldatmamalıdır.
Siyaset, problemleri çözme ve insanların daha refah içerisinde yaşaması için insana hizmet makamlarıdır.
Siyaseti ve dini bir geçim kaynağı yapmaktan çok halka hizmeti öncelemediğimiz sürece bu sömürü devam edecektir. Zamanla bu sömürü, insan olma vasfını unutturarak zülüm boyutuna ulaşabilir.
Bunun için iki tür maddi ve manevi iç sömürüye de son vermeliyiz. Toplumu bir arada tutan manevi ve psikolojik sermayemizi tüketmemeliyiz.
Peygamberimizin kurduğu adil bir devlet için yollara düşenlere selam olsun Adil ve hakça bir düzen kurmak için siyasi ve dini alandaki yiğitlere de selam olsun.
Hak yolda yürüyenlere selam olsun. “Hak gelince batıl zail olur” bilesiniz. Saygılarımla.