DOLAR

34,5467$% 0.18

EURO

36,0147% -0.62

STERLİN

43,3470£% -0.52

GRAM ALTIN

3.005,41%1,48

ÇEYREK ALTIN

5.110,00%0,95

BİTCOİN

3400783฿%-0.41577

Öğle Vakti a 12:55
Amsterdam YAğMURLU
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Hüseyin ECE

Hüseyin ECE

13 Ağustos 2023 Pazar

Şeyhliğimi İlan Ediyorum!..

Şeyhliğimi İlan Ediyorum!..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Bu başlık şaşırtıcı ve iddialı olabilir. Ancak biraz sabrederseniz, hangi açılardan ve niçin şeyhliğimi ilan ettiğimi açıklayacağım.
Ama önce ‘şeyh’ kelimesini açıklamak gerekir.

-Önce Arap dilinin eski ve temel sözlüklerine bakalım:

a.Şeyh, ihtiyarlık alameti beliren kimse. Bu ihtiyarlığın 50 ile ömrün sonuna kadar, 50 yaştan 80 yaşa kadar olduğu söylendi. (İbni Manzur, Lisânu’l-Arab, 8/173. el-Fîrûzâbâdî, el-Kâmusu’l-Muhît, s: 254)

b.Şeyh; yaşlanmış, yaşı ilerlemiş kişiye şeyh denir. Ayrıca yaşlılaırın yapısında tecrübeli ve bilgili olma özelliği olduğundan dolayı, bu kelime bizim aramızda bilgisi fazla olan kişiler ile ilgili kullanılır. Yaşlılığı açık olan yaşlı anlamında… (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 367)

-Şimdi de modern Arapça sözlüklere bakalım:

a.Şâha fiili; yaşlanmak, bitki kuruyup liflenmek, şeyh; yaşlılığı idrak eden. Genellikle 50 yaş ve üzeri, ‘kehl (orta yaş)’ ile ‘herem (ileri yaş)’ arası ihtiyar.
İlim, fazilet ve yönetimde önde olan. Şeyhu’l-beled: Bir köyü idare eden başkan. (Komisyon, el-Mu’cemu’l-Vasît, s: 502)

b.Şeyh; üstad, âlim ve kavmin büyüğüne reisine denilir. Bir kavmin ilim, fazilet, makam ve benzeri konularda önde olan kimse. Şeyhu’l-mer’e; kadının kocası demektir. Şeyhu’n-nar, şeytandan kinâyedir. (Sarkis, el-Müncid, s: 411)

c.Şâha fiili; (masdarı; şeyh, şuyûhah) yaşlanmak, ihtiyar olmak, bitki kuruyup liflenmek. Şeyh (çoğulu; şuyûh, meşâyih, eşyah); yaşlı adam, ihtiyar, reis. Şeyhuhah; yaşlılık. (Sarı, M. el-Mevârid, s: 848)

-Bir de Türkçe sözlükte şeyhin anlamlarına bakalım:

1.İhtiyar, yaşlı, koca, pir.
2.Yaşlı, muhterem, mübarek, ulu kişi.
3.Yetkili kişi, reis, önder.
4.Tarikat piri, tarikat başı, tekkeyi idare ile muhib ve dervişleri irşad etmek yetki, ehliyeti ve liyakatine sahip olan kişi.
5.Din ve fıkıh âlimi. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 1536)

Şeyhlik: 1.Şeyh olma hâli, tarikat reisliği. 2.Yaşlılık.
Şeyhân: İki büyük hadis âlimi, İmam-ı Buhârî, İmam-ı Müslim. İki büyük fıkıh âlimi Ebû Hanîfe ve talebesi Ebû Yûsuf.
Şeyheyn: İki şeyh, hz. Ebu Bekir ve hz. Ömer.
Şeyhu’l-beled. 1.Belde şeyhi, belediye reisi. 2.Köy kâhyası, köy muhtarı. (Doğan, M. Büyük Türkçe Sözlük, s: 1536)

-Hadis ilminde şeyh

“Kendisinden hadis rivayet edilen hoca” mânasına gelir Hakkında “şeyhun” lafzına yer verilen râvinin rivayeti terkedilmezse de tek başına delil olarak alınmaz. Şeyh kelimesi râvinin fâkih olmadığını belirtmek üzere de kullanılmıştır. (Yücel, A. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/50)

-Tasavvufta şeyh

Velî, pîr ve mürşidle eş anlamlı olarak kullanılmış. Buna göre şeyh “tâliplere doğru yolu gösteren ve onları irşad eden kimse” demektir. İlk âbid ve zâhidlerin şeyh olarak anıldığına dair bir bilgi bulunmamaktadır. Kelimenin bu anlamıyla IV. (X.) yüzyılın ortalarından itibaren yaygınlık kazanmaya başladığı sanılıyor. (Öngören, R. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/50-52)

Tasavvuf ıtılahında şeyh; tarikat piri, mürşid, üstad anlamındadır. Şeyh kendisine intisab eden sâliklere kabiliyetlerine göre önderlik eder, faydalıyı ve zararlıyı gösterir, kalplerine Allah sevgisini yerleştirmeye çalışır.

Şeyh kitap ve sünneti iyi bilen bir âlim, Allah Rasûlünün ahlâkıyla ahlâklanmış kimse ve ayrıca Peygamber’e kadar uzanan kesiksiz bir silsileye sahip olmaldır. (Yılmaz, H. K. Ana Hatlarıyla Tasavvuf ve Tarikatlar, s: 183-184)

-Şeyh kelimesi Kur’anda 3 tekil, 1 defa da çoğul (şuyûh) şeklinde hepsinde de sözlük anlamıyla geçiyor.
“Musa, Medyen suyuna varınca, orada (hayvanlarını) sulayan bir çok insan buldu. Onların gerisinde de, (hayvanlarını) engelleyen iki kadın gördü.

Onlara: Derdiniz nedir? dedi. Şöyle cevap verdiler: Çobanlar sulayıp çekilmeden biz (onların içine sokulup hayvanlarımızı) sulamayız; babamız da çok yaşlıdır (ihtiyardır).” (Kasas 28/23)

“(İbrahim’in hanımı:) Olacak şey değil! Ben bir kocakarı, bu kocam da bir ihtiyar (yaşlı) iken çocuk mu doğuracağım? Bu gerçekten şaşılacak bir şey! dedi.” (Hud 11/72
“(Yûsuf’un kardeşleri) Dediler ki: Ey aziz! Gerçekten onun (küçük kardeşin) çok yaşlı (ihtiyar) bir babası var. Onun yerine bizim birimizi alıkoy. Zira biz seni, iyilik edenlerden görüyoruz.” (Yusuf 12/78)
-Şuyûh-yaşlılar olarak
“Sizi topraktan, sonra meniden, sonra alakadan (aşılanmış yumurtadan) yaratan sonra bebek olarak çıkaran, sonra sizi güçlü kuvvetli bir çağa erişmeniz, sonra da ihtiyarlar olmanız -ki içinizden daha önce vefat edenler de vardır- ve belli bir vakte ulaşmanız için sizi yaşatan O’dur. Umulur ki düşünürsünüz.” (Mu’min 40/67)

Şeyh, çeşitli İslâm devletleri ve toplumlarında saygınlık ifadesi olarak bir çok anlamda kullanılmıştır.
Araplar’da kabile başkanlarına seyyid veya reis denildiği gibi şeyh adı da verilmekteydi.
Çeşitli ilim dallarında otorite kabul edilmiş âlimlere de şeyh denilmekteydi: Şeyhü’l-müfessirîn, şeyhü’l-muhaddisîn, şeyhü’l-fukahâ, şeyhü’l-kurrâ gibi.
Bazı kurum ve kuruluşların başında bulunan üst düzey görevliler şeyh olarak isimlendirilmektedir. Meselâ Ezher’in en yüksek yöneticisine şeyhü’l-Ezher denilir

Osmanlı Devletinde dinî kurumların, mahkemelerin ve ilmiye sınıfının reisi durumundaki en yüksek rütbeli din adamına şeyhü’l-islâm denirdi.
Ahî teşkilâtında ve loncalarda bir esnaf birliğinin başı durumunda olan kimse de şeyh unvanıyla bilinirdi (sahaflar şeyhi gibi).
Bir imareti yöneten kimse şeyh-i imâret,
vezirler içerisinde en yaşlı kimse şeyhü’l-vüzerâ derlerdi.

Günümüzde özellikle Arap ülkelerinde devlet başkanları, bürokratlar, çeşitli ilmî ve idarî görevlilerle kabile reisleri ve toplumun önde gelenleri için şeyh unvanı kullanılmaktadır. (Avcı. C. TDV İslâm Ansiklopedisi, 39/49)

Yine günümüzde Araplar arasında bizdeki hoca karşılığı olarak üstad, şeyh ünvanları kullanılıyor. Bununla asla tarikatlardaki şeyh anlamı kasdedilmiyor. Maalesef bu kelime Türkçe’de anlam daralmasına uğramış.

Görüldüğü gibi şeyh kelimesi tek başına ve kalıp olarak pek çok şey için kullanılmış ve kullanılıyor.
Ama özellikle eski ve yeni Arapça sözlüklerin hiç birinde şeyh kelimesi tasavvuftaki anlamıyla geçmiyor.

-Şimdi üç alanda şeyhliğimi ilan edebilirim.

Birincisi ihtiyar anlamıyla. Evet yetmişinde bir ihtiyar/yaşlı anlamında bir şeyhim…

İkincisi hoca anlamıyla. Evet fakülteden sonraki bütün hayatımda farklı yerlerde ders verdim. Eğitim alanında hocayım/öğretmenim, yani şeyhim. (İş yerinde arap arkadaşlar bana ‘şeyhunâ-şeyhimiz’ diye hitap ediyorlar)

Üçüncüsü tecrübe alanında. Evet bir çok konuda gençlerden daha tecrübeli ve belki biraz daha bilgili sayılırım. Bu alanlarda onlara göre şeyhim…
Tasavvufi (tarikatlardaki) anlamda şeyhiliğimi ilan edemiyorum, zira bu alanda yetkim yok… Herhangi bir yerde reis, başkan, önder, ulu kişi de değilim…

Hüseyin K. Ece
12.08.2023

Devamını Oku

İşine Besmele ile başlayan müslüman;

İşine Besmele ile başlayan müslüman;
0

BEĞENDİM

ABONE OL

İşine Besmele ile başlayan müslüman şunları yapmış olur (özetle):

1-Niyetini ortaya koyar
Zira Besmele âlemlerin Rabbi Allah’ı işine karıştırma şuurudur.

2-İslâmın şiârını ortaya koyar
Besmele her ne kadar da Kur’an’da şiar (şeâir) olarak geçmese de hiç bir din mensubu işine Besmele ile başlamaz.

3-Allah’la yapılan sözleşmeye (ahd ve misaka) sadâkatini ortaya koyar
Mü’minler, Besmele ile hem ‘ilk ahid’lerine (A’raf 7/171), hem de Şehâdet/Tevhid kelimeleriyle yaptıkları iman ahdine sadâkat gösterirler.

4-Tecdid-i iman yapmış olur
Müslüman Besmele ile her an imanı yeniler, kuvvetlendirir. Zaten Besmele söylemek Kelime-i Tevhid/Şehâdet söylemek gibidir.

5-Allah’ın tesbit ettiği kulluk programını kabul etmiş olur
Meşru bir işe Besmele ile başlamak o ameli niçin yaptığının farkında olmaktır. O bir nevi şuurdur, hâlis niyettir ve dikkatliliktir.

6-Hamd ve şükür etmiş olur
Müslüman işine besmele başladığı zaman o işi Allah sayesinde yapabildiğini hatırlar. O’na hem hamdetmiş hem şükretmiş olur.

7-İlâhi bir parola ve bir şifre imkanını kullanmış olur
Kur’an’ın anahtarı Besmele, onun anahtarı da başındaki bağlantı harfi ‘be’dir. Bu bağlantı insanın Allah’a bağını sembolize eder. Besmele Allah ile kul arasındaki samimi ilişkidir.

8-Dua etmiş olur
Besmele aynı zamanda Allah’a çıkarılmış bir davetiyedir. Besmele ile mü’min Allah’a dua etmiş olur. O’ndan yardım diler.

9-Allah’tan izin istemiş olur
Bir müslüman besmele çekmekle, “nefsim veya başka bir tanrı adına değil; Allah adıyla ve O’nun izniyle başlıyorum.” demek ister.

10-Allah’ı zikretmiş olur
Besmele aynı zamanda bir zikirdir. İnsan unutur. Besmele ona unuttuklarını hatırlatır.

11-Allah’tan yardım talep eder
Zira bilir ki Allah insana irade ve güç vermese o işi yapamaz. “Lâ havle velâ kuvvete” veya “Hasbunallahü ve ni’me’l-vekîl” diyen mü’min yardımın Allah’tan geldiğinin şuurundadır.

12-Sekülerizmi reddetmiş olur
İşlerine besmele başlayan müslüman seküler dünya görüşünü, materyalizmi, ateizmi, laisizmi reddediyor demektir. O Allah’tan bağımsız bir hayat, oluş, alan düşünmez.

13-Şehvetine (aşırı isteklerine) hâkim olmayı, kötülüklere direnmeyi öğrenir
Besmele, nefsin isteklerine değil, Allah’ın izin verdiği veya emrettiği şeyleri yapmamız gerektiğini, kötülük ve haramları işlemeye hakkımız olmadığını bize hatırlatır.

*Zira Besmele, müslümanın alâmet-i fârikalarından (ayırıcı özelliklerinden) birisi, İslâmın sembollerindendir.
H.Ece

Devamını Oku

Oruç Tuttum, Oruca Tutuldum!..

0

BEĞENDİM

ABONE OL

 

Müslüman Ramazan ayı gelince oruç tutar, (mecazen) oruç da onu tutar, bir anlamda manevi koruma altına alır.

Dilimizde oruç demek olan “sıyâm, savm”, sözlükte nefsi meylettiği şeylerden, isterse bir söz olsun alıkoymak yani kendini tutmaktır. Kur’an’da “Ben Rahmân’a bir oruç adadım.” (Meryem 19/26) âyetinde bu anlamdadır.

Din dilinde oruç; kendisine oruç farz olan bir müslümanın sabahın başlangıcından (imsakten) Güneşin batışına (iftara) kadar yemeden ve içmeden ve cinsî ilişkiden, ibadet niyetiyle nefsini alıkoyması yani kendini tutmasıdır.

Oruç, İslâmın üzerine bina edildiği temellerden ve müslümanın selâmetini sağlayan ibadetlerden biridir. İmanın en açık isbatı, onun güçlendiren en önemli sâlih (işe yarar) ameldir.

Kur’an’ın “nefs-i emmâre” dediği insanın içindeki aşırı istekler bazen kötülüğü emreder. (Bkz: Yûsuf 12/53) Buna nefsin hevâsı da denir.

Kötülüğe, günaha meyleden hırs ve istekler oruçla sakinleştirilir, kontrol altına alınır. Oruç, sağlam bir niyete bağlı iman işidir. Gün boyunca yiyecek, içecek ve nefsin arzularından uzak olmak ciddi bir mücâdeledir.

Oruç nefsin isteklerine ve arzularına direnişin tadını, Allah için bir şey yapabilmenin lezzetini, iradeyi hayırlı işlerde kullanmanın değerini, bir görevi başarıyla yapabilmenin sevincini tattıran, sabrın hayırlı bir direniş ve güzel ahlâk olduğunu öğreten muhteşem bir ibadettir.
Kur’an oruç tutanları şöyle övüyor:

“… oruç tutan erkeklerle oruç tutan kadınlar… (evet,) bunlar(ın tümü) için Allah, bağışlama (mağgiret) ve büyük bir mükâfat hazırlamıştır.” (Ahzab 33/35)

Peygamber (sav) oruç hakkında şöyle buyurdu:
Oruç perdedir. Biriniz birgün oruç tutacak olursa kötü söz sarfetmesin, bağırıp çağırmasın. Birisi kendisine yakışıksız laf edecek veya kavga edecek olursa “ben oruçluyum!” desin (ve ona bulaşmasın).’‘ (Buhârî, Savm/2 no:1894, 9 no:1904. Müslim, Sıyâm/164 no:1151. Muvatta, Sıyâm/58. Ebû Dâvûd, Savm/25 no: 2363. Tirmizî, Savm/55, no: 764. Nesâî, Sıyam/43 no: 2236-2237. İbnu Mâce, Sıyam/1 no: 1638)

Cennette Reyyân denilen bir kapı vardır. Oradan sadece oruçlular girer. Oruçlular girdiler mi artık kapanır, kimse oradan giremez.” (Buhârî, Savm/4 no: 1896, Bed’ü’l- Halk/9 no: 3258. Müslim, Sıyâm/166 no:1152. Nesâî, Sıyam/43 no: 2238-2239. Tirmizi, Savm/55 no: 765)

Ebu Ümâme (ra) anlatıyor: “Ey Allah’ın Rasûlü dedim, bana öyle bir amel emret ki (yaptığım takdirde) Allah beni mükâfaatlandırsın.” “Sana dedi, orucu tavsiye ederim, zira onun bir eşi yoktur.” (Nesâî, Sıyam/43 no: 2222-2225)

-Oruç, oruçluyu tutar

Oruç müslümanlara farz kılındı ki, hem günahlara ve hatalara karşı korunabilsin, hem de Allah’a karşı sorumluluk bilinçleri artsın. Zaten Allah’a karşı sorumluluk duyan, günahlara karşı ve kulluk görevlerini yapmada dikkatli olur. Ya da günahların ve hataların getirebileceği zararlara karşı ibadet, yani sâlih amellerle kendini korumaya alır.

Oruç, şehveti, yani nefsin aşırı isteklerini sınırlamayı öğretir. Ya da belli bir seviyede tutar.
Allah için belli bir zamana kadar yemeği ve içmeyi terkeden bir müslümanın önüne en lezzetli şeyler gelse dahi dönüp bakmaz. Aklına yemek, içmek, ihtiyacını gidermek gelse de iftar vaktine kadar bütün lezzetler ona bir bardak su kadar basit görünür.

Oruç müslümanı kalbi geçici olan sevgilerden kurtarıp Allah’a bağlar. Onu o gerçek sevgide tutar, sahte ve geçici sevgilerin işgaline karşı korur.

Orucun hikmetini bilmeyen bir kimse şehvetinin (nefsin aşırı isteklerinin) önünde edilgen, pasif ve iradesiz kalabilir, hata yapabilir. Oruç, oruçluya aşırı isteklerine karşı uyanık olmasını öğretir.

için Peygamber (sav); “Kimin evlenmeye gücü yeterse evlensin. Çünkü evlenmek, gözü harama bakmaktan daha fazla korur, iffeti de daha fazla muhafaza eder. Evlenmeye gücü yetmeyen kimse ise oruç tutsun. Çünkü oruç insanın şehvetini kırar.” (Buhârî, Savm/10 no: 1905, Nikâh/2 no: 5065. Ebû Dâvûd, Nikâh/1 no: 2046. Nesâî, Sıyâm/43 no: 2241-2245. İbn Mâce, Nikâh/1 no: 1845. Müslim, Nikah/1 no: 3398) buyurdu.

Yani oruç onu tutar, hatadan alıkor, zararlı şeylere karşı perde, kalkan olur. Kalkanın sahibi çeşitli saldırlara karşı koruduğu gibi. Bu saldırılar ya nefisten, ya şeytandan, ya çevreden gelir.
Ey iman edenler, Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varasınız diye, sizden önceki ümmetlere farz kılındığı gibi, sizlere de oruç turmak farz kılındı.” (Bekara 2/182)

Çünkü kişiyi Rabbine itaat etmeye götürecek olan şuur takvadır. Her işde Allah’ın rızasını öne almayı sağlayacak güç takva bilincidir. İbadetlerin hakkıyla yerine getirilmesini sağlayan faktör de insanın kalbinin derinliklerinde saklı olan sorumluluk duygusudur.

Oruç bu duyguyu zenginleştirir, bu sorumluluk bilincini artırır. Kişiyi düşmekten, yanılmaktan, ateşe atlamaktan, bile bile zarara doğru yürümekten tutar, geri çeker. Zaten oruç sebebiyle Ramazan’da şeytanlar da zincire vuruluyor ya.

Umulur ki Allah’a karşı sorumluluğunuzun bilincine varırsınız”  ifadesi orucun farz oluşunun gerekçesidir. Buna göre orucun en büyük hikmeti, en fazla faydası, en yüce gayesi müslümanı takvaya erdirmektir.

Buradaki takvanın da ‘korku-sevgi’ denkleminde olduğu unutulmamalı. Zaten takva bilinci biraz Allah’ın makamından saygıyla korkmak, biraz da O’nun sevgisini kaybetmekten çekinmektir. Bundan dolayı da dikkatli olmaktır.

Oruç bu titizliği, bu dikkati artıran önemli bir süreçtir. Zira oruçlu bir kimse iftar vaktine kadar niçin helâl olan yiyecekleri bile yemediğinin farkındadır. Şehevî isteklerini niçin terkettiğini iyi bilmektedir.

Oruç tuttuğu için nefsine hâkim olmakta, kendisini kontrol altında tutmaktadır. İşte bu niyet ve tavır mü’mini Allah’a daha da yaklaştırır, O’nun sevgisini daha çok kazandırır, takvasını daha çok artırır.

Mü’min, oruç sayesinde gerçek bir irade eğitiminden geçer. Nefsinin arzuları ile, ilâhi hüküm arasında tercih yapar. İlâhi emre değer veren, nefsinin arzularını izin verilen süreye kadar erteler.

O Allah’ın kendisini her yerde gördüğünün, kendisini murakabe ettiğinin, O’ndan gizli bir anın ve mekanın olmadığının bilinciyle hareket eder. Bu da Allah’a karşı sevgi ve saygının kazandırdığı bir edeptir.

Takva, insanın Allah’a karşı tavrını ortaya koyan, ona nasıl kulluk yapacağını öğreten, davranışlarını kontrol eden bir Kur’an ölçüsüdür.

“Ey namaz kıl beni” demek ile “ey oruç tut beni” demek aynıdır. Namaz nasıl ki musaalliyi (namaz kılanı) derler, toplar, düzene koyar, bütünlerse; oruç da oruçluyu tutar, saklar, gözetir.

Eksikliklerini tamamlar, yırtıklarını yamar, döküntülerini toplar, dağınıklılarını derler, unuttuklarını hatırlatır, veremediklerini verdirir, sevmeyi unuttuklarını sevdirir, ödüllerle sevindirir.

Oruçlu, Ramazan’ı inanarak ve sevabını Allah’tan bekleyerek geçirir ve değerlendirirse şöyle diyebilir: “Ben orucu tuttum. Şükürler olsun ki o da beni tuttu.”

Oruç tutmaktan amaç yemek ve içmekten uzak kalmak değil, bunlar aracılığıyla takva bilincini güçlendirmektir.

Yürek ile tutulan bir oruç sahibini kötülüklere, zulümlere, haksızlıklara, hırslara, dünya malına düşkünlüğe, aç gözlülüğe, günaha, şeytana dost olmaya, gaflete, fitneye, isyana karşı korur gözetir.

Sahibine elbiselerin en görkemlisi ve en süslüsü olan “takva elbisesi”ni giydirir, onu bununla korumaya alır.

Oruç tutup oruca tutulanlardan olmak dileğiyle…

Hüseyin K. Ece
19.02.2022
Zaandam

Devamını Oku

ÂDEM (as) ASİ OLDU ve YOLUNU ŞAŞIRDI (mı?)

ÂDEM (as) ASİ OLDU ve YOLUNU ŞAŞIRDI (mı?)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Âdem’e ve eşine ‘Câhil’ diyen kişi acaba onun tevbesinden önceki durumuna mı, yoksa sonraki hâline mi işaret etti?

Kur’an’a göre, tevbesinden önce Âdem (as);

1.Zalimlerden oldu (A’raf 7/23) (Kur’an, Allah’ın emrine karşı gelmeyi, aşırı günah işlemeyi, kişinin kendine karşı zalim olması diye niteliyor. Bkz: Nahl 16/33. Saffât 37/113. Hûd 11/21. A’raf 7/53. Talak 65/1. Zümer 39/53.v.d.)

2.İsyan etti, asi oldu (Tâhâ 20/121)

3.Câhillerden oldu, câhilce hareket etti, yanlış düşüncesinden dolayı yolunu şaşırdı. (Tâhâ 20/121) (Bu âyette geçen ğavâ; yanlış kanaatten dolayı câhilce hareket etmektir, şaşırmaktır. Bkz: el-Isfehânî. R. el-Müfredât, s: 143)

Eğer kasıt onun tevbesinden önceki durumu ise, Kur’an’ın dediğini demiş olur.

Yok eğer hz. Adem’in tevbe sonrası, hayatı da kasdediliyorsa (ki bu şarkı sözünde çok açık değil), bunu diyen ve inanan câhillik yapıp, Allah katında seçkin bir insana, peygambere, babamıza haksızlık ediyor demektir.

Zira Âdem ve eşi bu üç hatada ısrar etmedikleri gibi Kur’an’ın açık ifadelerine göre Âdem Rabbinden (tevbe) kelimeleri öğrendi ve tevbe etti. (Bekara 2/37)

Eşiyle birlikte bağışlanma dilediler. (A’raf 7/23)

Allah da onun (onların) tevbesini kabul etti, hidâyet verdi (doğru yolu gösterdi) ve Âdem’i seçkinlerden (müctebâ’dan) kıldı. (Tâhâ 20/122)

Vahyin bu açık hükmüne rağmen ona ve eşine hala câhil demek yanlıştır, câhilliktir.

Bu tıpkı Aişe’yi (r.anhâ) Kur’an akladığı hâlde, hâlâ 1400 sene önceki münafıkların ona iftirasını gevelemek gibidir.

Müslümanların dinî değerler ve kutsalları konusundaki hassasiyetleri takdire şâyan. Lakin bunun âdil, objektif ve sağlam bilgiye dayanması, duygusal olmaması gerekir.

Tarihten beri ve günümüzde niceleri İslâm’a, Kur’an’a, peygamberlere, Peygamberimize dil uzattılar, çirkin iftiralarda bulundular, bulunuyorlar.

“Biz onların dilini koparırız” hamasâti, sosyal medyada höykürmek yerine, teenni ile hareket edip makul cevap vermek, bazen de muhatap almamak daha isabetli değil midir?

Kaldı ki müslüman olduğunu söylediği halde Allah’a ve Paygamber’e iftira etmeleri bir şarkının sözlerinden daha beter, daha inciticidir.

Allah’ı (affedersiniz) tuvalet taşıyla konuşturmak, Peygamberin (affedersiniz) idrarını hizmetçiyi içirip, sonra da idrarın girdiği bedeni cehennemdan azat etmek, Davud’un (as) komutanının karısına göz koyup onu savaşa gönderip, ölmesini sağladıktan sonra o hanımı aldığını iddia etmek, Süleyman’ın (as) gücünün bir yüzükte saklı olduğunu iddia edip, yüzüğünü kaybettirip onu sokaklarda süründürmek, Musa’yı (as) kavminin gözü önünde (affedersiniz) çıplak koşturmak, Rasûlüllah sokakta bir kadına göz koysa (hâşâ), kocasının o kadını Elçi için boşaması farzdır demek, bir nebbâşın (kefen soyucunun) yüzünden Peygamber’i Allah’a azarlatmak gibi…

Merak ediyorum, 6 yıl önceki bir şarkı sözüne kitlesel tepki verenler, bu gibi Tevhid inancına aykırı sayısız konularda da benzer tepkiyi verdiler mi, verebilirler mi?

Hüseyin K. Ece
22.01.2022
Zaandam

Devamını Oku

Hüseyin K. ECE / Beşer ne demektir? (2)

Hüseyin K. ECE / Beşer ne demektir? (2)
0

BEĞENDİM

ABONE OL

01

(Beşer nedir konusuna devam ediyoruz.)

Kur’an insan cüssesinin veya fiziki varlığının söz konusu edildiği her yerde ‘beşer’ lafzını kullanıyor. Bir kaç örnek:

Kur’an muhataplarına; «(Allah’ın sizi topraktan yaratması, O’nun kudretinin) delillerindendir. Sonra siz (her tarafa) yayılan beşer oldunuz» (Rûm 30/20) diyor.

Atılan âdi bir sudan beşer gibi üstün nitelikli bir varlık yaratan Allah’ın gücü her şeye yeter. (Furkan 25/54)

Kendisine kitap, hikmet ve peygamberlik verilen hiç bir beşer (elçi) Allah’ı bırakıp bana kul olun demesi mümkün değildir. (Âli İmran 3/79) Halbuki hırıstiyanlar hz. İsa’ya ‘Allah’ın oğlu’ diyerek bir beşere tanrılık verdiler.

Allah (cc) yarattığı beşerle doğrudan konuşmaz. O kullarının arasında seçtiği beşerle (elçiyle) vahiy yoluyla, ya perde arkasından ya da melek elçi gönderip konuşur. (Şûrâ 42/51)

İnsanların bir çoğu Allah’ı hakkıyla takdir edemezler, anlamazlar. Bu yüzden kimileri (özellikle Ben-i isrâil) “Allah hiç bir beşere bir şey indirmedi” derler. (En’am 6/91)

Hz. Muhamme’de inen vahyi, ya da onun peygamberliğini kabul etmeyenler “Kur’an’ı ona bir beşer öğretiyor” diye iddia ettiler. (Nahl 16/103) Halbuki Kur’an beşer sözü değil, Allah’ın kelâmıdır.

Bu müşriklerin bir kısmı da Kur’an’ın sihirbazlardan öğrenilen beşer sözü olduğunu ileri sürdüler. (Müddessir 74/25)

Her insan ölümlüdür. Kur’an bu gerçeği şöyle haber veriyor: “Biz hiç bir beşere ebedilik (ölümsüzlük) vermedik…” (Enbiyâ 21/34)

Tarihte kendilerine peygamber gönderilen pek çok kavim Allah’ın elçilerine karşı gelerek “siz de bizim gibi beşersiniz”, yani size vahiy geldiğini, Peygamber olduğunuzu kabul etmiyoruz dediler.

Mesela Nûh, Âd ve Semûd kavmi (İbrahim 14/10. Mü’minûn 23/24, 33. Şuarâ 26/154. Hûd 11/27), Şuayb kavmi (Eyke halkı) (Şuarâ 26/186).

Semûd kavmi de peygamberin insan olmasını küçümseyerek; ”Aramızdan bir beşere mi uyacağız? O takdirde biz apaçık bir sapıklık ve çılgınlık etmiş oluruz” dediler. (Kamer 54/24. Bir benzeri: Teğâbun 64/6. Mü’minûn 23/47)

Nûh kavmi birbirlerine; “sizin gibi bir beşere itaat ederseniz ziyan edersiniz” dediler. (Mü’minûn 23/34)

Bu kavimlerin peygamberleri onlara dediler ki: “(Evet) biz sizin gibi beşerden başkası değiliz. Fakat Allah nimetlerini kullarından dilediğine lutfeder…” (İbrahim 14/11) O dilediğini elçi seçer ve ona vahyeder.

Önceki topluluklardan çokları “bir beşer mi mi bizi doğru yola götürecekmiş” diye inkâr ettiler, yüz çevirdiler. (Teğâbun 64/6)

Kendilerine elçi gönderilen bir şehir halkı onlara; “Siz de bizim gibi birer beşersiniz. Rahman herhangi bir şey indirmedi. Siz yalan söylüyorsunuz” dediler. (Yâsîn 36/15)

Kendilerine hidâyet rehberi gelen kimselerin inanmamalarına “Allah elçi olarak beşer mi gönderir” demeleri engel olmuştur. (İsrâ 17/94) Zira müşriklerin çoğu elçilerin meleklerden olabileceğini düşünüyorlardı.

Yahudiler ve hırıstiyanlar “Biz, Allah’ın oğulları ve sevgilileriyiz” diye övündüler. Buna karşılık Allah (cc) “hayır, bilakis siz de diğer insanlar gibi beşersiniz. O dilediğini bağışlar (derecesini yükseltir)” buyurdu. (Mâide 5/18)

Cehennem orayı hak eden beşer için ‘levvaha-deriyi kavurucu’dur. (Müddessir 74/29)
Bu ahiret, cehennem haberleri mü’minlerin imanını artırıcı, inkarcıları denemeye tabi tutan, beşeriyet için de bir hatırlatıcı, bir öğüttür. (Müddessir 74/31, 36)

Hz. Yûsuf’u gören Mısırlı kadınlar onun güzelliğini ima ederek; “Haşa, bu bir beşer değil, bu ancak üstün bir melektir” dediler. (Yûsuf 12/31)

Bazı ayetlerde meleğin insan sûretinde hz. Meryem’e göründüğü anlatılıyor. (Meryem 19/17)

Kendisine çocuk müjdelemek için gelen meleğe hz. Meryem; “Bana beşer dokunmadı, iffetsiz de değilim” dedi. (Meryem 19/20. Âli İmran 3/47)

-Hz. Muhammed de bir beşerdi (insandı)
Müşrikler vahyin davetine uymamak için çeşitli bahaneler ileri sürdüler. Onlar Peygamber’e; “bizim için yerden kaynak fışkrt, bağın bahçen olsun, içlerinden ırmaklar aksın, ya da gökten başımıza parçalar yağdır, Allah’ı bize göster, yahut altından bir evin olsun, veya göğe çık da görelim” dediler.

Bu saçma isteklere karşı Allah elçisine; “Sübhânellah-Rabbimi tenzih ederim, ben sadece beşer olan bir elçiyim, şeklinde cevap ver” dedi. (İsrâ 17/90-93)

“Rab’lerinden kendilerine yeni bir öğüt (bir uyarı) gelmez ki, onlar mutlaka onu alaya alarak, kalpleri de gaflette olarak dinlemesinler. O zulmedenler gizlice şöyle konuştular:

“Bu da ancak sizin gibi bir insan. Şimdi siz göz göre göre sihre mi kapılacaksınız?” (Enbiyâ 21/2-3)

Kur’an zaten sık sık insanın beşer olduğunu söyledikten sonra, peygamberlerin ve Hz. Muhammed’in de melek değil birer beşer olduklarını vurguluyor.

Allah (cc) hz. Muhammed’e muhataplarına şöyle demesini söylüyor:
“… Şüphesiz ben, ancak sizin gibi bir beşerim, yanlızca bana sizin ilâhınızın bir ilâh olduğu vahyediliyor…” (Kehf 18/110)

Müşrikle hz. Muhammed’e, “bizi davet ettiğin şeyle karşı kalplerimiz kapalıdır. Kulaklarımızda da bir ağırlık vardır. Aramızda da (seni anlamaya) engel vardır. Sen istediğinini yap, biz de (istediğimizi) yapacağız” dediler. Bunun üzerine Allah (cc) ona şöyle demesini emretti:

“Ben de ancak sizin gibi bir beşerim. Fakat bana ilâhınızın yalnızca bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Artık O’na yönelin ve O’ndan bağışlanma dileyin. Allah’a ortak koşanların vay hâline!” (Fussilet 41/5-6)

Burada insanların beşer olmaları açısından birbirine denk oldukları hatırlatılıyor. Birbirlerine üstünlükleri ancak yüce bilgiler ve sâlih ameller noktasındadır. Bundan dolayı bu sözün arkasından “bana vahyediliyor” deniliyor.

Böyle peygamberin görevi açısından öne çıktığı haber veriliyor. (el-Isfehânî, R. el-Müfredât, s: 61-62)

– Ve İnsan

İnsanın bir diğer adı “beşer”dir. İlk örneği topraktan yaratılan özel bir varlık. Beşer, yani insan. Çok özel yeteneklerle donatılmış, akıl ve irade verilmiş; sonra da sorumlu kılınmış bir varlık.

Kur’an’da 65 yerde ‘in­san’, 18 yerde ‘ins’, bir yerde de ‘insî’ geçmektedir. Ayrıca bir âyette ‘enâsî’, 230 yerde de ‘nâs-insanlar’ şeklinde çoğul olarak yer al­maktadır.

İnsan; bu cinsin genel adı. İki türü vardır. Biri beşer. Diğeri Âdem (yani adam, ya da âdemoğlu).

Beşer, biyolojik fonksiyonları var. İnsan, ‘emaneti’ taşımaya, yeryüzünün ‘halifesi’ olmaya aday. Ahsen-i takvim üzere yaratılmış. (Tîn 95/5)

Âdem, ise vahye kulak veren, onun terbiyesiyle olgunlaşan, dedesi Âdem’e layık, emânet’in hakkını vermeye çalışan, kemâlât yolcusu kimse.

İman eden, inandığı ilkelere uygun yaşayan, onlarla terbiye olan, adam gibi adam olan.
Kişi beşeriyetten âdemiyyete yükselmek istiyorsa fikrini (kalbini) ve hayatını vahye uygun hâle getirmelidir.

Hüseyin K. Ece

Zaandam

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.