35,2068$% 0.3
36,7672€% 0.92
44,3202£% 0.7
2.968,33%1,32
4.853,00%0,96
3382494฿%-1.41941
“Bir takım medya mecralarında zaman zaman din, İslam ve şeriat gibi kavramlar çerçevesinde gelişigüzel beyanlar yayınlandığı ve tartışmalar yapıldığı dikkat çekmektedir.
Öncelikle ifade etmek gerekir ki söz konusu kavramların ilmi gerçeklikten ve metodolojiden yoksun, özensiz ve tutarsız bir dil, ideolojik, politik ve popülist bir yaklaşımla ele alınması vahim hatalara, kafa karışıklığına ve ciddi olumsuz algılara sebep olabilmektedir.
Dolayısıyla söz konusu alanlarda konuşan ve bilgi paylaşanların hakikatlere bağlı kalarak sorumluluk bilinciyle hareket etmesi gerekmektedir.
Bu bağlamda Din İşleri Yüksek Kurulumuza gelen yoğun açıklama taleplerinden ve sorulardan hareketle İslam’ın temel kaynaklarında, kadim medeniyetimizin muhalled eserlerinde ve başta Diyanet İslam Ansiklopedisi olmak üzere Başkanlığımız yayınlarında açık, net ve kapsamlı olarak izah edilen “Din/İslam” ve “şeriat” kavramları ve bu ikisi arasındaki ilişki hususunda aşağıdaki özet açıklamanın yapılmasında fayda mülahaza edilmiştir;
Allah katında Din İslam’dır (Âl-i İmrân, 19) diyerek söze başlamak aşağıdaki ifadelerin daha iyi anlaşılmasına vesile olacaktır.
Dinî terminolojide din ve şeriat kelimeleri zaman zaman aynı anlamda kullanıldığı gibi dinin farklı boyut ve içeriklerini ifade etmek üzere özel anlamlarda da kullanılmaktadır.
Zira dînî edebiyatımızda ve ilmî kaynaklarımızda “din”, “millet” ve “şeriat” kelimeleri aynı mahiyeti farklı bakış açılarına göre ifade etmektedir.
Buna göre, Allah’ın peygamberleri ile gönderdiği bilgi ve talimatların bütününe, bunlara iman ve itaat edilmesi gerekli bulunduğu için “din”, yazılı olduğu veya insanları belli bir çerçeve içinde topladığı için “millet”, fert ve toplumun hayat ve davranışlarında izleyeceği yol olduğu için “şeriat” denilmiştir.
Genel anlamda “ed-Din”, insan hayatını düzenleyen ilahî emirlerin tamamı ve bu emirlerin oluşturduğu İlahî nizamın adıdır.
Bu İlahî nizam insanı ve onun hayatını bir bütün olarak ele aldığından, insanın Yüce Allah’ın rızasına uygun mutlu ve sorumlu bir hayat yaşaması için gerekli olan bütün hükümler bu dinin içerisinde yer almaktadır.
Dinî hükümler örfe ve zamana göre değişime–içtihada açık hükümler ve içtihada açık olmayan değişmez hükümler olmak üzere iki kısımdır. Buna göre hükümlerin bir kısmı evrensel ve değişmez karakter taşırken diğer bir kısmı, yetkin âlimler tarafından usulüne uygun yapılacak yorumlara (içtihatlara) ve toplumların hayatlarına şekil vermeleri bakımından genel olarak değişime açıktır.
İslam bilginleri öteden beri “ed-Din” dediklerinde belirtilen her iki hükmü beraber kastetmişlerdir.
Ancak anlamayı kolaylaştırmak ve dinin hangi hükümlerinin evrensel ve sabit hangilerinin içtihada açık olduğunu ifade etmek için “ed-Din” içerisindeki hükümleri kategorize etme yoluna gitmişlerdir.
Bunun için bütün peygamberlerin insanlara tebliğ ettiği ortak ve değişmez “iman esasları” ile “Allah’ın mükelleften kesin bir şekilde yapmasını (farz) ve terk etmesini (haram) istediği hükümler” dinin değişmez ve içtihada kapalı hükümlerini oluşturur. Esasen din denildiğinde bu hükümler kastedilir.
Buna göre de din, tartışmasız olarak her zaman kutsalı ve ilahî olanı hatıra getirir.
Şeriat ise geniş anlamda dinin tamamını ifade etmek için kullanılmasının yanı sıra dinin sosyal, hukukî, iktisadi ve siyasi alana dair özel hükümlerini ifade etmek için de kullanılır.
Dar anlamda din değişmez hükümleri simgelerken, şeriat temel prensipler ile farz ve haram hükümler dışında toplumdan topluma, çağdan çağa, gelişen ve değişen şartlara göre gerektiğinde içtihat kurallarına göre yorumlanıp değişmeye açık olan ya da olması gereken hükümleri de ifade eder.
İslam Dinin temel hedefi, insanları var oluş amaçlarına uygun bir şekilde ebedi hayata hazırlayarak ebedi kurtuluşu sağlamak; dünyada adil, insana yaraşır bir düzen tesis ederek insanların ve toplumların maslahatlarını temin etmektir.
Bu hedef, “mefsedetleri defetme ve maslahatları sağlama” şeklinde özetlenebilir. Çünkü dinin ruhunda insanı hem madden hem de manen kuşatan erdemleri tahakkuk ettirmek vardır.
Yani İslam, insan ve toplum yararına ne varsa onu öngörür; bunların zararına olan bütün hususları da yasaklar ve ortadan kaldırmaya çalışır. Dinin belirtilen hedeflere ulaşması sadece inanç, ibadet ve ahlak esasları ile mümkün olmaz.
Bu sebeple bütün peygamberler gibi Hz. Peygamber (s.a.s.) de insanlara sadece inanç, ibadet ve ahlak esaslarını öğretmekle yetinmeyip sosyal hayatı da düzenleyen hükümler getirmiştir.
Batılı düşünür ve felsefeciler dini, “tanrı-insan arasındaki ilişkileri düzenleyen sistem” diye tanımlarken, İslam bilginlerinin dine yükledikleri anlamda daima Allah-insan, Allah-toplum ve insan-insan ilişkileri vurgulanmaktadır.
Din olarak İslam, insanlar arası ilişkileri düzenlemeyi de kapsamına alınca, şeriata yer vermesi kaçınılmaz olmaktadır. Kur’ân-ı Kerim’in, inanç, ibadet ve ahlak konuları yanında hukukî düzenleme getiren âyetleri de içermesinin temel sebebi budur.
Her ne kadar insanlar toplumsal düzeni sağlamak için aklî yöntemleri ve tecrübelerini kullanarak birtakım kurallar oluşturabilirlerse de, İlahî iradenin dinin bazı temel noktaları ortaya koyması zorunluluk arz eder.
Zira akıl ve tecrübeye dayalı hukuk kuralı oluşturanların yaptıkları düzenlemelerin ilahî iradeye uygun olup olmadığı ancak söz konusu İlâhî iradenin o konudaki temel prensiplerinin bilinmesi ile mümkün olur.
Bu sebeple İslam’da din-ahlak ve hukuk bütünlüğünden bahsedilerek bunların birbirini tamamladığı ifade edilir. Çünkü bunlar birbirinden ayrıldığı zaman gerçek fonksiyonlarını icra edemezler.
Şunu da ifade etmek gerekir ki, İslam dininin temel kitabı olan Kur’ân-ı Kerim’de yer alan hükümler, dine dâhil olma ya da dinin bir hükmü olma ve dinen bağlayıcı olma bakımından kısımlara ayrılmamıştır.
Buna göre “Allah’a, Resulüne ve âhiret gününe iman ediniz”, “namaz kılınız, zekât veriniz” hükmü ile “zinaya yaklaşmayınız”, “yetimlerin mallarını yemeyiniz”, “faiz yemeyiniz” hükmü arasında dinin hükmü ve dinen bağlayıcı olmaları bakımından bir fark yoktur.
Bunlar ister “din” isterse “şeriat” kavramı ile ifade edilsin sonuç değişmez. Zira namaz, zekât ve oruca dinin hükmü derken faiz, kumar, içki, zinanın haram oluşunun dinin hükmü olmadığını söylemek asla mümkün ve tutarlı olmayacaktır.
Dinin ayakta durması, payidar olması ve insanlığın ebedi kurtuluşuna vesile olması da ancak din-ahlak ve hukuk kuralları arasında kurulacak dengeli bütünlük ilişkisi ile mümkün olacaktır.
Bu sebeple Dinin/İslam’ın içerisinden şeriatı çıkarmak ve dini dar bir alana hapsetmek tamamen keyfî bir yorum olup İslam ilim geleneği tarafından ispatı mümkün olmayan bir yaklaşımdır.
Yani esas olan İslam’ı şeriatıyla birlikte kabul etmektir. Ayrıca Kur’ân’ın bireysel ve sosyal hayata yönelik normlar ortaya koyan, hüküm getiren ayetlerini yok saymak, reddetmek ya da geçmişte kaldığını ve yaşanan zamana hitap edemeyeceğini söylemek korkunç bir cehalet örneği olmakla beraber itikadî bir savrulmayı da ortaya koymaktadır.
Tamamen ilmi zeminlerde konuşulması gereken konuların kavramlar bağlamından çıkarılarak ideolojik, politik ve popülist tutumlar bağlamında tartışılması insanımızın iman, ahlak ve dinî hayatına olumlu bir katkı sağlamayacaktır.”
Din İşleri Yüksek Kurulu
Avrupa Ligi ve Avrupa Kupası Kura Çekimleri Belli Oldu!..