DOLAR

29,1386$% -0.68

EURO

32,3052% -0.25

STERLİN

36,7564£% -0.76

GRAM ALTIN

1.922,21%-0,31

ÇEYREK ALTIN

3.240,00%0,86

BİTCOİN

1261315฿%-0.91319

Öğle Vakti a 13:09
İstanbul AZ BULUTLU 12°
  • Adana
  • Adıyaman
  • Afyonkarahisar
  • Ağrı
  • Amasya
  • Ankara
  • Antalya
  • Artvin
  • Aydın
  • Balıkesir
  • Bilecik
  • Bingöl
  • Bitlis
  • Bolu
  • Burdur
  • Bursa
  • Çanakkale
  • Çankırı
  • Çorum
  • Denizli
  • Diyarbakır
  • Edirne
  • Elazığ
  • Erzincan
  • Erzurum
  • Eskişehir
  • Gaziantep
  • Giresun
  • Gümüşhane
  • Hakkâri
  • Hatay
  • Isparta
  • Mersin
  • istanbul
  • izmir
  • Kars
  • Kastamonu
  • Kayseri
  • Kırklareli
  • Kırşehir
  • Kocaeli
  • Konya
  • Kütahya
  • Malatya
  • Manisa
  • Kahramanmaraş
  • Mardin
  • Muğla
  • Muş
  • Nevşehir
  • Niğde
  • Ordu
  • Rize
  • Sakarya
  • Samsun
  • Siirt
  • Sinop
  • Sivas
  • Tekirdağ
  • Tokat
  • Trabzon
  • Tunceli
  • Şanlıurfa
  • Uşak
  • Van
  • Yozgat
  • Zonguldak
  • Aksaray
  • Bayburt
  • Karaman
  • Kırıkkale
  • Batman
  • Şırnak
  • Bartın
  • Ardahan
  • Iğdır
  • Yalova
  • Karabük
  • Kilis
  • Osmaniye
  • Düzce
a
Prof. Dr. Bayram ALTAN

Prof. Dr. Bayram ALTAN

27 Eylül 2022 Salı

Miço Şaşırma, Sabrımızı Taşırma!..

Miço Şaşırma, Sabrımızı Taşırma!..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

  

Prof. Dr. Bayram ALTAN, İSAB-İslam Ülkeleri Akademisyenler Birliği Genel Başkanı, İSAK VAKFI Mütevelli Heyeti Başkanı.

 

                                    

Toplumlar; dil, kültür, soy gibi değerler üzerinde var olur. Ancak bu özelliklerden en önemlisi “dil”dir.

Dil; bir milleti ayakta tutan, onun varlığını ve devamını sağlayan, milli şuuru besleyen, bir millete mensup olma hazzını veren ve fertlerini birbirine yaklaştırarak aralarında birlik, beraberlik ve dayanışma sağlayan önemli bir etkendir.

Dil, bir iletişim aracıdır. İnsanlar birbirleriyle dilleri sayesinde iletişim kurar, konuşur, yakınlaşır, anlaşır, duygularını, düşüncelerini, fikir ve ideallerini paylaşırlar.

Bildiklerini anlatamayan, duygularını dile getiremeyen, anladıklarını ifade edemeyen, görüş ve düşüncelerini kelime kalıplarına dökemeyen insanlar bunalıma girer.

Şayet dil; aklın, inancın ve hakkın emrine verilmezse, iyilik, güzellik ve değer adına ne varsa hepsini silip süpürür.

Dil, insanı ya ebedi mutluluğa ulaştırır ya da felaketten felakete sürükler.

İşte bunun içindir ki büyüklerimiz;

” Bülbülün çektiği, dili belasıdır” demişlerdir.

Bazı insanlar dilleri sebebiyle dünya hayatında büyük problemler ve sıkıntılar yaşamış, strese girmiş, hayatlarını karartmış, belalara düçar olmuşlardır.

Diline sahip olamayanlar, konuştukça hata yapar, bela ve musibetlere düçar olur. Yalnız kendilerini değil, aile efradı, yakınlarıhatta mensubu bulundukları topluluklarını bile bela ve musibetlere maruz bırakırlar.

Yakından takip ettiğim kadarıyla dil belasına tutulan ve durmadan hatalar yapan, yalan söyleyen, muhataplarına iftira atan,komsularını tahrik eden, ölüme susamış, gözleri dönmüş, başka Devletlerin gölgesine sığınan, korkak mı korkak, ürkek mi ürkek bir ülkenin Başbakanı var…

O da; vatan hainlerini ülkesinde kamp kurarak barındıran, onlaradan medet uman, birkaç ülkenin sun’i desteklerine aldanan Yunanistan’ın zavallı, pısırık  Başbakanı: Kiriakos Miçotakis!….

Kısa adıyla MİÇO…

İSAB-İslam Ülkeleri Akademisyenler Birliği Genel Başkanı, İSAK VAKFI Mütevelli Heyeti Başkanı ve 35 yıllık bir Gazeteci-Yazar olarak Sayın Miçotakis’e bazı hatırlatmalarda, önerilerde ve uyarılarda bulunmak istiyorum:

Sayın Miçotakis,

Ben senden yaşlıyım. Aramızda 14 yaş var. Diğer bir ifadeyle ben senin abinim.

Onun için hatırlatmalarımda, öneri ve uyarılarımda SEN diye hitap edeceğim.

Bu hitap tarzı, diplomatik nezakete aykırı olsa da bir defaya mahsus anlayış ve hoşgörü ile karşılamanı istiyorum.

Şimdi yazdıklarımı dikkatle oku ve başını iki ellerinin arasına alarak derin derin düşün…

Sayın Miço,

Zerre kadar aklın varsa şaşırma,  

Osmanlı Torunlarının  sabrını taşırma!…

Senin neler yaptığını an be an takip ediyoruz!…

    -Ege’deki adaları silahlandırarak 1923 Lozan ve 1947 Paris Anlaşmalarının ilgili maddelerini ihlal ettin…

    -Ege’de aidiyeti belli olmayan ada, adacık ve kayalıkları haksız, hukuksuz ve zorbaca işgal ettin…

    1962 yılından beri hava sahasının 6 mil olduğunu, ayrıca ABD ve NATO’nun Ege Tatbikatında Yunan Adalarının 6 mil olduğunu onayladıklarını bildiğin halde “Ulusal Egemenli Sahası” diyerek müzakerelere kapalı olduğunu iddia ediyorsun…

    -Türkiye’nin Ege’de yalnız 3 millik deniz sınırı içinde kalan ada, adacık ve kayalıklara sahip olduğunu savunuyorsun…

    -Adaların silahlandırılmasının Yunan Egemenliğini ve toprak bütünlüğünü ilgilendirdiği gerekçesiyle müzakere edilemeyeceğini savunuyorsun…

     -Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin Uluslararası Barışın sağlanmasına yönelik önlem alması ve güvence vermesini şart koşuyorsun…

     -1947’deki Paris Anlaşmasında, “Adaların kesinlikle silahlandırılmaması” şartı varken sen bu adaları mekanize birliklerin kışlası haline dönüştürüyorsun ve bunda hiçbir hukuksuzluk görmediğini söylüyorsun….

      Adalara asker yığmakla kalmadın; Limni, Rodos, Midilli ve İstanköy adalarına savaş uçakları için havaalanları inşa ettin…

      Egenin kuzeyindeki Midilli Adası’na Mekanize Tümeni yerleştirdin…

     -Limni, Sakız ve Sisam adalarına Mekanize Tugayı konuşlandırdın…

      -Taşöz, Semendirek, Bozbab, İspara ve Ahikerya adalarına Tabur – Alay düzeyinde askeri birlikler doldurdun…

      -Ege Denizine çıkan Türk Savaş uçaklarına, işgal ettiğin bu adalardan kalkan demode olmuş, miadını doldurmuş, hurda uçaklarla önleme ve it dalaşı yaptırdın…

     -Ege Denizinin güneyinde askersiz statüdeki 14 adadan 12’sini silahlandırdın…

     -Türkiye’ye ait Ege Hava sahasında süzülen F-16 savaş uçaklarımıza S-300 lerinizden radar kilidi attırarak iki ülke arasındaki krizi tırmandırdın ve savaşın eşiğine getirdin…

     -Türkiye’de “örgüt kurarak vatana ihanet”  suçu işledikten sonra kaçarak Yunanistan’a   sığınan teröristleri iade etmedin…

     -Batı Trakya Türklerinin haklarını  gasp ettin….

     – Ülkende “terör kampı” kurdurdun…

      Sen gidip Birleşmiş Milletler  Genel Kurul Toplantısında,”  Siz  kongre üyelerinden, Helenizmin 48 yıldır büyük acı çektiği ve hala kapanmayan bir yarasını unutmamanızı istiyorum: Kıbrıs’ta iki ayrı Devleti kimse hiçbir zaman kabul etmeyecektir” dedin.

    Senin bu mesnetsiz sözlerini duyan Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar :” Kıbrıs’ta kesinlikle ancak egemenlik temelinde bir anlaşmayla varlığımızı sürdürebiliriz.  Kesinlikle Yunanlıların ve Rumların oyunlarına gelmeyeceğiz. Bizim arkamızda 85 milyonluk Türkiye var. Biz, Anadolu’ya bağlıyız. Miçotakis, nerede konuşma yaparsa yapsın hala Kıbrıs’ın gerçeklerini görmüyor… Yunanistan’ın zihniyeti, hala Kıbrıs’I Yunanistan’a bağlamak ve Enosis’tir.

Bu hayalle bütün dünyayı kandırmaya devam ediyor!…”açıklamalarıyla senin yalan söylediğini, hayal peşinde koştuğunu ve dünyayı kandırmaya çalıştığını basından öğrenmişsindir. Bu cesur açıklamalarından dolayı KKTC Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ı bütün samimiyetimle tebrik ediyorum.

      Sayın Miço,  

     Türkiye ve Türklerin korkusundan himayesine sığındığın  ABD’nin,  Dedeağaç (Alexandrupolis) limanını askeri bir deniz üssüne çevirmeyi planladığını ve Liman ihalesini de kendi şirketlerinden birine kazandırmak istediğini  biliyoruz…

     ABD Dedeağaç Limanını, deniz kuvvetlerinin  hızlı, yüksek manevra kabiliyeti olan zırhlı, dayanıklı, filolara veya saldırı takımlarına, daha küçük araçlardan (torpido botu, denizaltı ve uçaklardan)gelen saldırılara karşı  koruma ve eskortluk yapma “Arleigh Burke” sınıfı muhrip gemiler (destroyer) ile benzer büyüklükteki gemilerin yanaşacağışekilde genişletmek istediğinin farkındayız.

     Boğazlara alternatif bir yol olan Dedeağaç Limanının,  ABD ve NATO’ya ait asker ve askeri techizatın Bulgaristan, Romanya ve Polonya’ya kadar uzanan bölgeye ulaştırılmak amacıyla kullanılacağını söylüyorsun…

     Sonra da gidip Birleşmiş Milletler 77. Genel Kurul Görüşmelerinde” Yunanistan Türkiyeyi tehdit etmiyor. Biz düşman değiliz. Biz komşuyuz ve aramızdaki dostluk ilişkilerine önem veririz” gibi boş, asılsız, yalan ve aldatıcı sözlerle katılımcıları etkilemeye çalışıyorsun…

     Bu boş ve mesnetsiz lafların ile kamufle ederek masummuş gibi lanse etmeye çalıştığın sinsi planlarını Kahraman Türk Milleti’ne yutturamazsın!…

     Egemenliğimizi tehdit eden iki ülke arasındaki sorunları çözmek için bizi uluslararası haklarımızı kullanmak zorunda bırakma!…

    …ve sabrımızı taşırma!…

    Sabrımızı taşırırsan bunun bedelini çok ağır ödersin. Şu andaki saltanatın elinden gider,şöhret balonun söner,  halkının ve dünya ülkelerinin karşısında rezil ve sefil olursun….

     Ayrıca uluslararası haklarımızı da kullanmak zorunda kalırız…

     Bu konuda Türkiye olarak, Uluslararası Adalet Divanı nezdinde de girişimlerde bulunuruz…

      Öncelikle mutabakat sağlanacak her çözüm yoluna açık olduğumuzu ve iki ülke arasındaki bu sorunların barışçıl yollarla çözüleceğini anlayabileceğiniz bir dilledefalarca ifade ettik ve her fırsatta ifade ediyoruz.

     Bu arada senin ve işbirlikçilerinin yaptığıhinlik karşısında biz de boş durmuyoruz.

Türk Milleti olarak geliştirdiğimiz dünyada benzeri olmayan teknoloji harikası savunma amaçlı olarak kullanacağımız araç, gereç ve ileri seviyedeki silahlarımızı henüz deşifre etmedik…

    Cumhurbaşkanımız ve Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın talimatlarıyla Savunma Sanayiinde dünyada sayılı ülkelerden biri, belki de en önemlisi olduk

    “Oruç Reis” ve dünyanın 5. Büyük gemisi  olan “Abdülhamit Han” sondaj gemilerimiz senin uykularını kaçırıyor!…

     Yalnız senin değil, bütün Yunan halkının, ülkende  özel kamplarda barındırdığın teröristlerin ve sana yardım ettiğini zannettiğin ABD, İngiltere, Fransa ve Almanya Devlet Ricalinin de uykularını kaçırıyor!…

     Ekim ayında “Oruç Reis” gemimiz, bölgeye yelken açacak…

     Sondaj gemilerimizin yetenekleri en üst seviyeye uyarlanacak…

     Araştırma alanları, iki katına çıkarılacak…

     Oruç Reis Gemimiz, Rodos ile Meis adaları arasındaki alanda görev yapacak ve Kıbrıs MEB’inin 6. Bloğunun kuzey kesiminde yer alan bölgede Abdülhamit Han sondaj gemimiz ile eş zamanlı olarak hareket edecek….

    Sayın Miço, fevri hareket ediyorsun…

     Bütün dünyanın gözleri önünde yalan söylüyorsun…

     ….sabrımızı zorluyorsun!…

     Türkiyeye ve Türk Milletine ihanet edip Yunanistan’a sığınan ve bazı görevlileriniz gibi etek giyen bir avuç vatan haininin tahriklerine kapılıyorsun…

     Vatan hainlerinden (FETÖ/PKK terör örgütleri mensuplarından) sana, ülkene ve Yunan halkına hiçbir fayda gelmeyeceğini, hatta himaye etmeye devam edersen zamanı geldiğinde sana ve ülkene de ihanet edeceklerini bilmeni istiyorum.

    Yine de rahat durmuyor, her fırsatta Türkiye aleyhinde konuşmalar yapıyorsun. Birkaç gün önce Birleşmiş Milletler Toplantısında kendini ve halkını masum ve mazlum göstererek Türkiye’yi ve Türkleri suçladın.

    Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı neden seni muhatap kabul etmiyor?

     Çünkü sen komşuluk haklarını ihlal ettin.

     BM 77. Genel Kurul toplantısında Dünya Liderlerinin gözlerinin içine baka baka yalan söyledin, Türklere iftira ettin.

    Yunanistan’ın Başbakanı olmuşsun ama bukalemun gibi renk değiştiriyorsun, yalan, iftira ve şantajlarla kendini ve Yunanlıları haklı göstermeye çalışıyorsun, içimizdeki Yunan geni taşıyan kuş beyinli işbirlikçilerin gibi sen de boş hayaller peşinde koşuyorsun.

    Vaktiyle Danışmanlığını yaptığım Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın yalancılarla, iftiracılarla, şantajcılarla ve hayalperestlerle işi olmaz. Onları muhatap almaz ve şahsiyeti silik kişilerle aynı karede bulunmaz.

    Dünyanın en saygın ve seçkin liderlerinden biri olan Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın, “BİR GECE ANSIZIN GELEBİLİRİZ” sözünü sakın unutma!…

   Sakın Türk milletini tahrik etme!…

   Türklerin oku yaydan çıkarsa asla geri dönmez!…

   Osmanlı torunlarının çelik yumruğu yukarı kalktığı an, beynini ezmeden aşağı inmez!…

   Bir gün Başkomutanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın,”Ordularım, hedefiniz Yunanistan, ileri!…” talimatını duyarsan artıksenin ve Yunan halkının  kıyameti koptu demektir.

   İşte o zaman, 85 milyon Türk (dünyanın en disiplinli askerleri gibi) dakikalar içinde yekvücut olur ve senin en güçlü askerlerini, askeri birliklerini, askeri teçhizatlarını, savunma araç ve gereçlerini, uçaklarını, tanklarını, mühimmat depolarını yerle yeksan eder ve geçmişte olduğu gibi bugün de seni ve Yunan halkını yeniden topyekün denize döker…      

   Türkiye’de özellikle savunma sanayiinde geliştirilen ileri teknoloji ile yalnız Yunanistanı değil, ülkenize çıkarları doğrultusunda sun’i destek veren ve yeri geldiğinde Yunan halkını yem olarak kullanacak olan yandaşlarını da etkisiz halegetirir….

   Dünyaca meşhur “Osmanlı Şamarını ve Türk’ün çelik yumruğunu” asla unutma!…  Bu eşsiz güç, Allah tarafından yalnız Müslüman Türk milletine verilen  en büyük armağandır.

   Onun için bütün dünyanın gözleri önünde donanımlı, asırlarca zaferden zafere koşmuş, destanlar yazmış, adını tarihe altın harflerle nakşetmiş necip bir ecdadın ahfadı olarak 85 milyonluk potansiyel gücümüzle avazımız çıktığı kadar gür bir sada ile seslenerek seniilk ve son kez  uyarıyoruz.

   … ve diyoruz ki;

   MİÇO ŞAŞIRMA, SABRIMIZI TAŞIRMA!..

Devamını Oku

Kurtuluş İnkarda Değil, İslamdadır!..

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gençlere Sesleniyorum-103

Sevgili Gençler!…

İnkâr, imanın zıddıdır. “Tanımama, kabul ve tasdik etmeme, inanmama, reddetme” anlamlarına gelir.

Daha geniş anlamıyla inkâr,” Allah’ın varlığına inanmayı reddetmek, kendisini yaratmış olan Yüce Varlığa karşı gelmek” demektir.

İslam, insanlığa eşi bulunmayan üstün bir nizam sunmuştur. İnsanı sonsuz mutluluğa ulaştıracak, onun dert ve ızdıraplarını dindirecek, bütün problemlerini çözecek tek kurtuluş yolu,İslamdır, Kur’anın hükümleridir.

Bu nedenle, İslamı kabul etme şerefine ermeyen, Kur’anın hükümlerini inkâr eden inançsız, inkârcı bir kalp; inanç, ibadet, ahlak, fazilet, hak, adalet, irfan, vicdan, şeref, saadet, iyilik ve güzellik namına ne varsa hepsinden mahrumdur. Bir kalp için, dünyanın en perişan ve en utanç verici hali de budur.

Dünya hayatında sayısız nimetler içinde adeta yüzerken, nimetlerin sahibine şükretmeyen,  nankörlük eden, tevhid inancını inkâr eden nasipsiz, taş kalpli, ateist insandan insanlığın yararına, güzel ve faydalı şeyler beklenemez.

Allah ve Resulünün aşkı ile dolmayan kalpten hayır gelmez. Allah’tan korkmayan kalp; kötülüğün, çirkinliğin, acımasızlığın, ahlaksızlığın kaynağıdır.

Küfür; Allah’a karşı, insana karşı, yolların en güzeli ve en doğrusu olan İslam’a ve Kur’ana karşı hatta bütün yaratıklara karşı kapılarını kapatır. İmanın manevi hazzını tadamaz. O’nda acıma duygusu da olmaz. Ahlaki güzelliklere rastlanmaz. O inkârcı kalbi taşıyan kişi, her şeyi dünya gözüyle görür. Dünyaya sarılır. Dünyalık elde edebilmek için zulmeder, haksızlık eder.

Kur’an-ı Kerim, inkârcıların acı bir azaba uğrayacaklarını, cehenneme atılacaklarını haber vermektedir:

Ey iman edenler! Allah’a,  Peygamberine, Peygamberine indirdiği Kitab’a ve daha önce indirdiği Kitab(lar)a iman(da sebat) edin. Kim Allah’ı, meleklerini,  kitaplarını, peygamberlerini ve kıyamet gününü inkâr ederse tam manasıyla sapıtmıştır. (Nisa Suresi, Ayet: 136)d

Bizim ayetlerimizi yalanlayıp da onlara karşı kibirlenmek isteyenler var ya, işte onlara gök kapıları açılmayacak ve onlar, deve iğnenin deliğine girinceye kadar cennete giremeyeceklerdir! Suçluları işte böyle cezalandırırız! (A’raf Suresi, Ayet: 40)

İşte bu Kur’an bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkâr edenlere gelince,  onlara en kötüsünden, elem verici bir azap vardır.(Casiye Suresi, Ayet:11)

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimiz bir hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:

Dikkat edin! Cesedin içinde bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur. İşte o : “Kalp” tir. (Buhari, Müslim, Hadis-i Erbain, Had, No:6)

Kalp bozuk olursa, insanın bütün işleri bozuk olur.

Bozuk kalpler, yalan, hile ve dolandırıcılığı körükler.

Bozuk kalpler, iftira, dedikodu ve adam kayırmayı teşvik eder.

Bozuk kalpler, iffet, hayâ, ahlak ve fazilet duygularını silip yok eder.

Bozuk kalpler, evlerden bereketi, sokaklardan iffeti, okullardan terbiyeyi, sözlerden hikmeti kaldırır.

Bozuk kalpler, hırsızlık, tembellik, uyuşukluk ve emeksiz kazanç sağlamayı aşılar.

İster iman etsin, ister etmesin herkes bu dünyada yaptıklarının hesabını bir gün mutlaka verecektir.

Kurtuluş inkarda değil, yalnızca İslamdadır.

İslam, “boyun eğme ve teslim olma” geniş anlamda terim olarak, “Allah’a bilerek ve isteyerek teslim olma, boyun eğme ve emirlerine itaat etme” dir.

Özel anlamda ise İslam, “Allah’ın Hz. Muhammed (s.a.v) e, insanlara tebliğ etmesi için vahy ettiği, insan hayatını bütünüyle kuşatan emir ve yasaklar manzumesi”dir.

Allah’ın, “İslam” adını verdiği ve din zincirinin son halkası olması sebebiyle bu isim, sadece bu zincirin tahrif edilmemiş ve kemal (olgunluğun zirve) noktasına erişmiş olan bu emir ve yasaklar manzumesine has (özgü) kılınmıştır.

Böylece inanç, ahlak, ibadet, muamelat, ahkâm, kısacası Kur’an’daki bütün hükümler ve bu hükümlerin Allah Resulü(s.a.v) tarafından açıklamaları,  İslam Dini’ni (Müslümanlığı) teşkil eder.

Bu Dinin ne olduğunu dinleyenlerin duyup öğrenmeleri için bir bedevi kıyafetinde gelen ve kendisine İslam’dan haber vermesini isteyen Cebrail (a.s) e, Hz. Muhammed (s.a.v),

İslam, Allah’tan başka İlah olmadığına ve Muhammed’in de Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna şahadet getirmen,  namazı kılman, zekâtı vermen, Ramazan’da oruç tutman,   imkân bulduğunda Hac etmendir. (Müslim, İman-1) şeklinde cevap vermiştir.

Bir diğer Hadis-i Şerif ’te de İslam’ın beş temel üzerine kurulduğu ifade edilmiştir.

İslam’ın ilk şartı, “Allah’tan başka İlah olmadığına ve Hz. Muhammed (s.a.v) in Allah’ın kulu ve Resulü olduğuna inanmak”tır.

Kişi bu inancı, dili ile ifade etse Müslüman kimliğine bürünür. Ancak imandaki samimiyetinin ne derece olduğunu Allah bilir.

İslam Dini, kendini diğer dinlerden ve hayat düzenlerinden ayıran bazı özelliklere sahiptir. Her şeyden önce o, nereden geldik, niçin yaratıldık ve nereye gideceğiz? Sorularına cevap veren, beşeri tahrifattan korunmuş, kaynağı Rahmani olan tek “İlahi Din”dir.

İslam’ın İlahi bir din oluşunun en somut örneği ise, bu dinin kitabı olan Kur’an-ı Kerim’in 15 asırdan beri hiçbir değişikliğe uğramamış olmasıdır.

İslam’ın belli bir topluluk, belli bir millet için değil, bütün insanlık için gelmiş olması ve zaman kaydından uzak bulunması (belli bir süre için gelmeyip dünyada tek insan kalıncaya kadar hükümlerinin baki olması) ona tek evrensel din olma özelliğini kazandırmıştır.

İslam’ın hükümleri, her zaman ve her mekândaki insanın ihtiyaçlarına cevap verecek niteliktedir.

Yeryüzünde yaşayan herhangi bir insan, hür iradesiyle İslam’ı seçebilir. Bunun için hiçbir aracıya, törene ve resmi işlemlere gerek yoktur.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:

Kim, İslam’dan başka bir din ararsa, bilsin ki kendisinden (böyle bir din) asla kabul edilmeyecek ve o, ahrette ziyan edenlerden olacaktır. (Al-i İmran Suresi, Ayet: 85)

Allah kimi doğru yola iletmek isterse onun kalbini İslam’a açar;  kimi de saptırmak isterse göğe çıkıyormuş gibi kalbini iyice daraltır. Allah, inanmayanların üstüne işte böyle murdarlık verir.” “Bu (din), Rabbinin dosdoğru yoludur.  Biz, öğüt alacak bir kavim için ayetleri ayrıntılı olarak açıkladık. (En’am Suresi, Ayet: 125-126)

İlk Peygamber Hz. Âdem (a.s) den itibaren tekâmül edegelen ve son Peygamber Hz. Muhammed(s.a.v)de bütün olgunluğuyla karar kılan Tevhid Dini İslam, dün olduğu gibi, bugün de yarın da insanlığın kurtuluşu için tek sığınaktır.

İslam’a sığınmayanın kurtuluş ümidi yoktur.

İslam’dan başka kurtuluş aramak; cehalettir, sapıklıktır, ahmaklıktır, bedbahtlıktır.

Sevgili Peygamberimiz(s.a.v) Efendimiz, bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:

Benim ve sizin benzeriniz; ateş yakan ve ateşine pervane ve çekirgeler düşmeye başlayınca, onları men etmeye çalışan kimse gibidir. Ben sizi ateşe düşmekten korumak için eteklerinizden tutuyorum. Hâlbuki siz benim elimden kurtulmaya çalışıyorsunuz.”(Müslim, Riyazu’s Salihin terc, c.1, H. No: 153)

Devamını Oku

Cehennem Mahkümları Olmayın!..

Cehennem Mahkümları Olmayın!..
0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gençlere Sesleniyorum-102

Sevgili Gençler!…

Kur’an-ı Kerim karşısında inanç bakımından üç gruba ayrılan insanlardan bir grubu da “İnkârcılar”dır.

İnkârcı, “Hakkı kabul etmeyen, Allah’ı inkâr eden, dinsiz,” iman esaslarını kabul etmeyen veya bazılarını kabul edip bazılarını, ya da birini inkâr eden kimse”dir.

Cehennem mahkûmları, inançsızdırlar. Maneviyata inanmazlar. İmani esasları inkâr ederler. Gelecek hayatı kabul etmezler. Allah ve Peygamber tanımazlar. Manevi değerlere saygı göstermezler.

Mü’minlerin olduğu yerde duramaz ve inanan insanların yanında barınamazlar.

Onlar; küfrü, karanlığı, zulmeti, kötülüğü ve çirkin olan şeyleri tercih ederler. Temizlikten, güzellikten hoşlanmazlar.  İyilikten anlamazlar.

Kendilerine iyiliği, hakkı ve hakikati tebliğ edenleri sevmezler ve onlara her fırsatta düşmanlık ederler. Küfür ve zulüm karanlıkları içinde bocalar ve manevi hastalıkların verdiği sancılar içinde kıvranıp dururlar.

İnkâcılar, nasipsiz insanlardır. Kalpleri katı, gözleri dönmüş, kulakları paslanmış kişilerdir.

Tarih boyunca bazı azgın inkârcılar, Peygamberlerin Hak davetlerini duydukları, onların Hak mucizelerini bir bir gördükleri, onların diriltici seslerini dinledikleri halde iman etmemişlerdir.

Hidayet nasip olmamıştır onlara.

İnkârcıların yüzleri karadır bu dünyada. Ahrette de yine kara olacaktır.

Yüce Rabbimiz, Kur’an-ı Kerim’de İnkârcıların özelliklerini şöyle beyan buyuruyor:

Muhakkak ki küfre varanları azap ile korkutsan da korkutmasan da onlar için birdir. Onlar iman etmezler. Allah onların kalplerine, kulaklarına mühür vurmuştur. Gözlerinin üzerinde de bir perde vardır. Büyük azap da onlar içindir. (Bakara Suresi, Ayet: 6-7)

Onlar (kâfirler) o kimselerdir ki, doğru yolu bırakıp sapkınlığı (eğri yolu) satın almışlardır. Demek alışverişleri onlara kazanç sağlamamış, onlar doğru yolu da bulamamışlardır. Onların hali;  ateş yakanın hali gibidir ki, o (ateş) çevresindekileri aydınlatınca Allah ışıklarını giderip (söndürüp) kendilerini karanlıklar içinde görmez (ve şaşkın kimse) ler halinde bırakıvermiştir. (Artık hiçbir şeyi) Görmezler.  (Kâfirler) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık  (Hakka) dönmezler.” (Bakara Suresi, Ayet: 16-17-18)

İnkâr edenlere de cehennem ateşi vardır. Öldürülmezler ki ölsünler, cehennem azabı da onlara biraz olsun hafifletilmez. İşte biz,  küfürde ileri giden her nankörü böyle cezalandırırız.” (Fatır Suresi, Ayet: 36)

Ey inananlar! Kendinizi ve ailenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun. Onun başında; acımasız, güçlü,  Allah’ın kendilerine buyurduğuna karşı gelmeyen ve emredildiklerini yapan melekler vardır.”(Tahrim Suresi, Ayet: 6)

Neredeyse cehennem öfkesinden çatlayacak! Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara: Size, (bu azap ile ) korkutucu bir peygamber gelmemiş miydi? Diye sorarlar.” “Onlar şöyle cevap verirler: Evet, doğrusu bize, (bu azap ile) korkutan bir peygamber gelmişti; fakat biz (onu) yalan saymış ve: Allah’ın bir şey gönderdiği yok; siz olsa olsa büyük bir sapıklık içindesiniz! Demiştik.” “ Ve: Şayet kulak vermiş veya aklımızı kullanmış olsaydık, (şimdi) şu alevli cehennemin mahkûmları arasında olmazdık! Diye ilave ederler.” “Böylece günahlarını itiraf ederler. Artık (Allah’ın rahmetinden) uzak olsun,  o alevli cehennemin mahkumları!(Mülk Suresi, Ayet: 8….11)

İnsan inanç, ahlak ve maneviyat yoksulu olunca hemen her kötülüğü yapar.

Kalbinde acıma hissi kalmaz. Edep, hayâ, iffet diye bir şey tanımaz. İyi ve güzel şeylere tevessül edemez.

Cehennem mahkûmları, tertemiz ve insanca bir yaşayıştan uzaktırlar. Afedersiniz leş kargaları gibi daima pislikten hoşlanırlar.

İyilik duyguları körelmiş olduğundan iyi, güzel ve temiz olan şeylerden zevk alamazlar.

Öldükten sonra tekrar dirileceklerine inanmadıklarından bu fani dünya hayatında yaptıklarının bir bir hesabını vereceklerini düşünmezler. Günlerini gün etmeye çalışırlar. Ölmeyi istemezler.

“Ölüm” kelimesi onların huzurunu alt üst eder. Ağızlarının tadını bozar. Hayatlarını felce uğratır. Ölümü hatırlamak bile istemezler.

Öldükten sonra çürüyüp gideceklerini iddia ederler. Azrail (a.s), onları kıskıvrak yakalayınca anlayacak, bilecek ve inanmak isteyecekler ama zaman bir sel gibi çoktan akıp gitmiş olacak ve son pişmanlıkları fayda vermeyecektir.

Cehennem mahkûmları, haram olduğunu inkâr ederek içki, kumar ve fuhuş gibi hemen her kötülüğü yaparlar.

Tefeciliği mübah sayarlar.

Yalan söyler, hile yapar, gıybet eder, dedi-kodu yaparlar.

Riya, gurur ve kibir onlarda meslek haline gelmiştir.

Zulüm ve işkenceden, zayıfı ezmekten, fakire ızdırap vermekten, yetimi ağlatmaktan, yoksulu inletmekten zevk alırlar.

Cehennem mahkûmları, doğru yolu bırakıp batılı tercih etmişlerdir.

Doğruyu bırakıp eğriyi, güzeli bırakıp çirkini, temizi bırakıp pisi, hidayeti bırakıp dalaleti kabul etmişlerdir.

Küfür insanı rahat bırakmaz. Manen ızdırap ve sancı verir insana. Kâfir, birazıcık olsun huzur yüzü görebilmek için kendini içkiye, kumara ve Allah’ın haram kıldığı şeylere verir ama imkânsız!

Bir türlü huzur yüzü göremez.

Kalbini,  hidayet güneşinin aydınlığı kaplayan kişi, “mü’min”; kalbini gece karanlığı gibi zulmet kaplayan kişi ise “kâfir”dir.

İnsanın bütün vücuduna kan pompalayan merkez, kalptir. Kalp durduğu an, insanın bu fani dünyadaki yaşamı şüphesiz sona erer. Onun için kalp çok önemlidir.

Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allah’ın Resulü (s.a.v) bir Hadis-i Şeriflerinde şöyle buyuruyor:

Dikkat ediniz, cesedin içinde bir et parçası vardır ki, o iyi olursa bütün ceset iyi olur. O bozuk olursa bütün ceset bozuk olur.  İşte o, kalptir.” (S. Buhari, Nevevi, Hadis-i Erbain, H. No:6)

Küfrün neticesi karanlıktır, zulmettir. Kâfirler, yaratılış gayelerinden uzaklaşmış ve Yaratan’a sırt çevirmişlerdir. Az değildir yeryüzünde insanlara, hayvanlara,  ağaçlara, yıldızlara, aya, güneşe ve putlara tapan kâfirler…

Cenab-ı Hak, azgınlaşan, kuduran bazı kâfirlerin cezalarını daha dünya hayatındayken vermiştir ki, diğer insanlara ders olsun, ibret olsun.

Allah’lık davasında bulunan Firavun’un, İbrahim (a.s)i ateşe atan Nemrut’un, Ka’be’yi yıkmaya giden Ebrehe ve fil ordusunun, Kâinatın Güneşi olan Sevgili Peygamberimiz (s.a.v) Efendimize ve O’nun gökteki yıldızlar gibi olan Ashab-ı Kiramına eziyet eden gözleri dönmüş Ebu Cehillerin, Ebu Leheplerin vahim akıbetleri ortadadır.

Dünya hayatında Allah’ın sonsuz nimetlerinden istifade ettiği halde nankörlük eden, Allah’ı inkâr eden, Peygamber’e karşı gelen, Kur’an’a dil uzatan, İslam’a sırt çeviren kâfirlerin akıbeti hüsrandır, perişanlıktır, azaptır.

Yüce Rabbimiz bir Ayet-i Kerime’de şöyle buyuruyor:

Kim Allah’a ve Peygamberlerine iman etmezse muhakkak (bilsin) ki biz o kâfirler için çılgın birAteş hazırlamışızdır.” (Fetih Suresi, Ayet:13)

Kâfirlere benzememek için bundan 15 asır evvel Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (s.a.v) mü’minlerişöyle ikaz buyuruyor:

Benden sonra bir kısmınız, diğerinin boynunu vuran kâfirler olarak gerisin geriye (küfre) dönmeyin.” (S. Buhari, C.1,S.38; S. Müslim, C.1,S58)

Devamını Oku

Gösteriş Yapmayın!..

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gençlere Sesleniyorum-101


Gösteriş, “başkalarını aldatmak,  şaşırtmak,  korkutmak veya kendini beğendirmek için yapay davranmak” tır.

Bu inançtaki insanlar, çevreleri için giyinir, konuşur, ev döşer, meslek seçer veya kitap okurlar.

Tüm yaptıklarında en büyük hedefleri, insanların takdirini toplayabilmektir.  

Örneğin kitapçıya gidip bir kitap seçerken en merak ettikleri konuya değil, en çok satan kitaba bakarlar.

Hangi kitabı okuduklarında daha “havalı” ve günün modasına daha uygun olacağını düşünürler.

Çünkü burada kitap okumanın amacı görgü, bilgi veya kişiliğini geliştirmek değil, çevresine karşı anlatacak bir şeyler bulabilmektir.

Birçok insan çocuğunu yetiştirirken onun sabırlı, hoşgörülü, imanlı, merhametli veya cömert bir insan olması için uğraşmaktan ziyade, yanlış da olsa çevresi tarafından makbul görülen özelliklere sahip olması için gayret eder.

Örneğin en prestijli okula yerleştirebilmek için uğraşırlar, yeteneği olmadığı halde piyano dersi aldırırlar, sırf arkadaşlarına gösteriş yapabilmek için kendilerine anne yerine “mami”  vs. gibi Türkçede kullanılmayan ifadelerle hitap etmesini isterler,  kibirli bir çocuk olarak yetiştirmenin makbul görüleceğine inanırlar.

Çünkü inanmayanlar için çocuk çok önemli bir “gösteriş” konusudur. Çocuğun iyi bir kolejde okuması, birkaç yabancı dil bilmesi, güzel olması, iyi giyinmesi, arkadaşlarının arasında popüler olması veya yetenekli olması anne ve babanın çevredeki itibarı açısından çok önemlidir.

Nitekim bu tip anne ve babalar, çocuklarının ne kadar tevazulu, ne kadar şefkatli veya ne kadar yumuşak başlı olduklarını değil, insanların gıpta edecekleri bu tip özelliklerini anlatmayı tercih ederler. Bu nedenle de çocuklarının ahlakıyla değil, görüntüsü ile ilgilenirler.

Hava atma konularından bir diğeri “gösterişli ev” sahibi olmaktır. İnsanlar ev seçerken kendi rahatlıklarından ziyade, çevrelerinin bakış açısına önem verirler.

Hangi muhitte ve kaç katlı olmasının, nasıl bir manzara görmesinin, kaç metre kare olmasının kendilerini daha itibarlı yapacağına bakarlar.

Evin içini de tümüyle çevrelerinin bakış açısına göre döşerler. Başka bir renkten hoşlansalar bile moda olan rengi seçerler, koltuklar son derece rahatsız olmasına rağmen sırf pahalı ve gösterişli diye satın alırlar, hiç beğenmedikleri bir döşeyiş şekline sadece ünlü bir mimara yaptırdıklarını söyleyebilmek için katlanmak zorunda kalırlar.

Büyük vakitleri bu evin içinde geçtiği halde, sırf bu kadar para verdikleri salon eskiyip de gösterişleri bozulmasın diye misafir gelmesi haricinde salona adımlarını bile atmazlar.  

Mobilyaların üzerlerini örtülerle veya naylonlarla kaplayıp kendileri içeride küçük bir odada otururlar. Yani evin yarısını gösterişe, diğer yarısını da yaşamaya ayırırlar.

Övünmek insanlar için öylesine büyük bir tutkudur ki, en yakın gördükleri kişilere bile mutlaka “gösteriş yapmak” isterler.

Bunu en iyi yapabilecekleri yerlerden birisi davetlerdir. Gelen kişileri görmek istedikleri için değil, sadece onlara “hava atabilmek” için büyük davetler verirler.

Davetin her detayı bu amaca uygun olarak hazırlanır. Yemekler bile lezzetlerine göre değil zengin gösterme niteliklerine göre seçilirler.

Burada amaç, misafirlerin bu yemekten lezzet alması değil, bu yemeğe harcanan paraya gıpta etmesidir.

Böyle bir toplantıda herkes birbirinin kıyafetine, ayakkabısına, çantasının markasına, mobilyalara, takılan mücevherlere veya kullanılan parfümlere bakar.

Davete katılanların tüm konuşmaları bir çeşit “gösteriş yarışı”nı andırır. Konuşmalarda herkes bir konuda kendini ispat etmek ister.

Kadınlar yurt dışı seyahatlerinden, gittikleri bir ülkenin güzelliğinden, hizmetçi bulmanın zorluklarından, terzilerinden,  aldıkları marka kıyafetlerden,  kuaförlerinden, kuyumculara sipariş ettikleri mücevherlerden bahsederek kendilerini ispat etmeye ve diğer kadınları ezmeye çalışırlar.

Erkekler iş sahasında kazandıkları başarılarla, çevrelerinin geniş olmasıyla, ekonomi ve siyasi konulardaki yorumları ya da sanki konuya çok hâkim bir insan edasıyla yaptıkları önerilerle ön plana çıkmaya çalışırlar.

Dolayısıyla bu tip insanların oluşturduğu sohbetlerinde samimiyet, sıcaklık, dostluk oluşması imkânsızdır.

Nitekim bu tip davetliler, toplantıyı terk ettikten sonra mutlaka geride kalanların kritiğini yaparak geceyi noktalarlar. Konuştukları kişilerin samimiyetsizliğinden, gösteriş yapmaya çalıştıklarından, ne kadar sıkıldıklarından, ev sahiplerinin görgüsüzlüğünden, evin dekorasyonunun kötülüğünden, yemeklerin lezzetsizliğinden bahsederler.

Bu zihniyetin hâkim olduğu bu tip toplantıları son derece bıkkın, sıkılmış ve canları yanmış bir şekilde terk ederler.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de bu konu ile ilgili olarak şöyle buyuruyor:

Allah’a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba düçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!” “Allah’a ve ahiret gününe iman edip de Allah’ın kendilerine verdiğinden (O’nun yolunda)  harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkıyla bilmektedir. (Nisa Suresi, Ayet: 38-39)

Yazıklar olsun o (gösteriş için) namaz kılanlara ki, onlar namazlarını ciddiye almazlar. Onlar gösteriş yapanlardır; hayra da mani olurlar.” (Maun Suresi, Ayet: 4-6)

Ey iman edenler! Allah’a ve ahret gününe inanmadığı halde malını gösteriş için harcayan kimse gibi, başa kakmak ve incitmek suretiyle, yaptığınız hayırları boşa çıkarmayın. Böylesinin durumu, üzerinde biraz toprak bulunan düz kayaya benzer ki, sağanak bir yağmur isabet etmiş de onu çıplak pürüzsüz kaya haline getirivermiştir. Bunlar kazandıklarından hiçbir şeye sahip olmazlar. Allah, kâfirleri doğru yola iletmez.” (Bakara Suresi, Ayet: 264)

Allah’a ve ahret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarf edenler de (ahrette azaba düçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!”  (Nisa Suresi, Ayet:38)

Şüphesiz münafıklar, Allah’a oyun etmeye kalkışıyorlar; hâlbuki Allah onların oyunlarını başlarına çevirmektedir. Onlar namaza kalktıkları zaman üşenerek kalkarlar, insanlara gösteriş yaparlar, Allah’ı da pek az hatıra getirirler. (Nisa Suresi, Ayet:142)

Çalım satmak, insanlara gösteriş yapmak ve (insanları) Allah yolundan alıkoymak için yurtlarından çıkanlar (kâfirler) gibi olmayın. Allah onların yaptıklarını çepeçevre kuşatmıştır.(Enfal Suresi, Ayet: 47)

Yukarıdaki ayetlerde, övünme ve gösteriş yapma konusunun insanlar arasında ne kadar yaygın olduğuna dikkat çekilmektedir. Mü’minler için dünya hayatında en büyük amaç, Allah’ın rızasını kazanabilmektir. Ancak Allah’a ve ahret gününe inanmayan veya inanmış gibi görünen (aslında inanmayan) kimselerin en büyük amacı insanların rızasını kazanabilmektir.

Kuran ahlakını yaşamayan insanlarda yalanın en çok kullanıldığı durumlardan biri, birbirlerine gösteriş yaptıkları zamanlardır. Allah’ın Kuran’da da bildirdiği gibi insanlar birbirlerine karşı övünmeye ve gösteriş yapmaya çok düşkündürler.

Bakınız bu konuda Cenab-ı Hak ne buyuruyor:

Bilin ki dünya hayatı ancak bir oyun, eğlence, bir süs,  aranızda bir övünme ve daha çok mal ve evlat sahibi olma isteğinden ibarettir. Tıpkı bir yağmur gibidir ki, bitirdiği ziraatçıların hoşuna gider. Sonra kurur da sen onun sapsarı olduğunu görürsün;  sonra da çer çöp olur. Ahrette ise çetin bir azap vardır. Yine orada Allah’ın mağfireti ve rızası vardır. Dünya hayatı aldatıcı bir geçimlikten başka bir şey değildir.” (Hadid Suresi, Ayet: 20)

(Mal, mülk ve servette) Çoklukla övünmek,  sizi o derece oyaladı ki, nihayet kabirleri ziyaret ettiniz. Hayır! Yakında bileceksiniz! Elbette yakında bileceksiniz! (Tekasür Suresi, Ayet: 1-2)

Övünmeye bu kadar meraklı olan insanlar, sahip olduklarının övünmek için yeterli olmadığını düşündüklerinde ise hemen yalana başvururlar.

Sahip olmadıkları şeyleri, kendilerine aitmiş gibi gösterirler. Örneğin sıradan bir eşyayı, daha değerli göstererek, onunla övünmek için olduğundan daha pahalıya satın aldıklarını söyleyebilirler.

İşyerlerindeki konumlarını abartarak, kendilerini olduğundan daha fazla sorumluluğa sahip, daha yüksek mevkide gibi göstermeye çalışabilirler.

Övünmek kastıyla söylenen yalanların nedeni, insanların sahip olmadıkları maddi veya manevi özelliklerle takdir görmeyi beklemeleridir.

Bu sebeple, kendilerini çok çalışkan, yardımsever ve yetenekli gösterirler.

Gerçekte öyle olmamasına rağmen, her şeye dikkat eden, her sorumluluğu üstlenen bir insan tablosu çizerler. Allah Kuran’da böyle insanlar için şöyle buyurmaktadır:

Sanma ki ettiklerine sevinen,   yapmadıklarıyla övülmek isteyenler, evet, sanma ki onlar azaptan kurtulacaklardır. Onlar için elem verici bir azap vardır.” (Al-i İmran Suresi, Ayet: 188)

Bu insanlar, kendilerine olan ilgi ve sevgiyi de abartarak anlatırlar. Sözgelimi eşlerinin kendilerine hediyeler aldığı yalanını söylerler. Ya da işyerinde kendilerine özel bir ilgi olduğunu, yerlerinin doldurulamaz olduğunu, bu nedenle maaşlarının artırıldığını anlatırlar.

Gençler çoğunlukla sınıfta veya okulda en popüler kişi olduklarını, bütün okulun kendilerini tanıdığını söylerler.

Bazen ünlü kişiler de, doğum günlerinde veya bir kutlamada dostlarının veya eşlerinin kendilerine çok pahalı hediyeler aldığı yalanını uydururlar.

Bu tür yalanlar söylemekteki amaçları, hem gösteriş yapmak, hem de yakınlarının kendilerine çok değer verdiği imajını oluşturmaya çalışmaktır.

Bu tür değerli hediyeler almayanların ise kıskançlık duymalarını ve kendilerine gıpta etmelerini sağlamaktır.

Oysa bunların tamamı dünyevi değerlerdir ve insanlara ahirette bir kazanç sağlamayacaktır.

Bir insan dünyanın en değerli hediyelerini gerçekten almış olsa bile, eğer Allah’ın hoşnut olmayacağı davranışlarını sürdürmeye devam ederse, çok kısa olan dünya hayatının ardından ahirette sahip olduğu her şeyden mahrum kalacaktır.

Peygamber Efendimizin yaşadığı dönem ile ilgili bir rivayette de, bir kadının yukarıda anlatılanlara benzer bir tavır gösterdiği aktarılmaktadır.  

Anlatıldığına göre, bu kadın, bir başkasını üzmek ve kıskandırmak amacıyla, eşinin yapmadığı şeyleri abartarak yapmış gibi söylemekte, almadığı hediyeleri almış gibi anlatmaktadır.

Peygamberimiz (sav)’in, bu kadının tavrını öğrendiğinde ona şöyle dediği rivayet edilir: Yedirilmeden yediğini söyleyen, kendisinin olmayan şeye benim diyen, kendisine bir şey verilmemişken verildiğini iddia eden, kıyamet günü yalandan iki elbise giyen kimse gibi olur.” (İhya’u – Ulumûd-din, C.3. S.309)

Bu nedenle inanmayanlarda gösteriş yapmak hayati önem taşır.

Çevresi tarafından beğenilen, takdir edilen, hayran olunan, özenilen veya gıpta edilen insan olmak her şeyden daha önemlidir.

Devamını Oku

Reenkarnasyon Safsatasına İnanmayın!..

0

BEĞENDİM

ABONE OL

Gençlere Sesleniyorum-100

Reenkarnasyon; “kişinin öldükten sonra ruhunun hayvan veya bitki de dâhil insan veya insan dışı varlıklara geçmesi” anlamına gelir.

Yine bu görüşü savunanlar tarafından reenkarnasyon şöyle tanımlanır: “Tekâmül etmekte olan her varlık, madde içinde deneyim ve görgüsünü artırmak için çeşitli bedenler ve kimlikler içinde, sayısız kereler maddesel âlemlerde doğarlar.
Tekrar tekrar doğma, tam ilâhî bir yasadır.”

Dilimizde bu kelimenin karşılığı olarak “yeniden doğuş, tekrar doğuş” terimleri kullanılmaktadır.
Tenâsüh ise: Ruhun bir bedenden ayrıldıktan sonra, başka bir bedene geçmesidir.

Batılı araştırmacılar tarafından hazırlanan sözlüklerde, bu anlayışın Hind ve Budizm kökenli olup, İslâm’da bulunmadığının belirtilmesi de doğru bir tespittir.

Her ne kadar bu iki kavramın tanımları farklılık gösteriyor gibi görünüyorsa da, birinin batı, diğerinin doğu literatüründen kaynaklandığı ve oldukça benzer oldukları anlaşılmaktadır.

Reenkarnasyon denilince, hemen akla çıkış yeri ve kaynağı olduğu iddia edilen Hinduizm ve Budizm gelmektedir.

Bilindiği gibi Hinduizm’in temel inançlarından birisi, karma doktrinidir. Hinduizm’e göre insan sonu olmayan bir tenasüh zinciri içinde gidip gelmektedir.

Bu anlayışa göre ölüm, bir korku vasıtası, bir yokluk değil, bir hâlden diğerine geçiştir.

Bunun için her hintli, tekrar dünyaya gelişte, iyi amellerle gelecekteki hayatını garanti altına almaya çalışır.

İşlediği günahlar sebebiyle, bitki veya hayvan olarak, dünyaya gelmekten çekinir.

Buradan anlaşılmaktadır ki, tenasüh inancı Hinduizmin temel esaslarından biridir.

Diğer taraftan, İslâmî literatürde doğu dinleri üzerinde müstakil ilk çalışmaları yapmış olmasıyla meşhur Ebû Reyhan el-Birûnî (ö.440/1048), et-Tahkîk isimli eserinde Hinduizm’deki tenasüh inancıyla ilgili olarak şunları söyler:

“Kelime-i şahadet İslâm, teslis Hıristiyanlık, cumartesi günü de Yahudilik için ne kadar önemliyse, tenasüh de Hindular için o derece önemlidir. Bunun içindir ki, tenasühe inanmayan bir hindu düşünülemez. Zaten hindular da, böyle bir kimseyi kendilerinden kabul etmezler.”

Aynı inancın biraz farklı da olsa, Budizm’de de yer aldığını görüyoruz. Budizm’deki tenasüh, Hinduizmden bazı farklı özellikler taşır.

Bu dinde tenasüh, kişinin kötülükleri terkedip, Nirvana’ya ulaşıncaya kadar, çeşitli varlık şekillerinde yükselip alçalarak ölüm ötesindeki hayatının devam edişidir.

Zihnî ve bedenî ihtiraslardan kurtulduktan sonra, artık tenasüh yoktur.

İslâm düşüncesinin önde gelen isimlerinden İbn-i Sinâ (ö.370/980) Resâili’nde bu meseleyi ele almakta ve tenasühe inananların, “kötü, olgunlaşmamış ruhların hayvan bedenleriyle yeniden dünyaya gelirler” gibi ifadelerini doğru bulmamaktadır.

İbn-i Sina’ya göre ruhlar ya saîd, ya da şakîdirler. Çünkü saîd olanlar zaten, kurtulmayı arzu ettiklerinden kurtulmuşlardır.

Dünyada maruz kaldıkları acılardan, musîbetlerden, hastalıklardan azad olmuşlardır.

Salih amelleri sebebiyle Allah’ın kendilerini ödüllendirdiği ruhlara en uygun gelecek husus, Allah’ın onları belâlar evine geri döndürüp, belâlarla tekrar onları sınamamasıdır.

İslâmî literatürde, “el-Milel ve’n-Nihal” türü eserlerin önde gelenlerinden Kitabu’l-Fasl’da bu konuyu İbn Hazm (ö. 385/990), “Tenasühe İnananlar” başlığı altında inceler ve şöyle der:

“Tüm ehl-i İslâm’ın bu görüşü savunanları küfürle itham etmiş olmaları, bizim de onları küfürle suçlamamız için yeterlidir.

Buna ilâveten, Hz. Peygamber de bu konuda hiçbir şey söylememiştir.

Bununla birlikte tüm müslümanlar ceza ve mükâfatın ruhlar bedenden ayrıldıktan sonra, kıyametle birlikte de, ruhların dünyadaki cesetleriyle birleşip, cennet veya cehenneme gideceğine inanırlar”.

Görüldüğü gibi, İbn Hazm’ın bu mesele hakkındaki görüşü, böyle bir anlayışın İslâm’ın temel inançlarıyla uyuşmayacağı şeklindedir.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı kerim’de şöyle buyuruyor:
Nihayet onlardan (müşriklerden birine ölüm gelip çattığında; “Rabbim! Der, beni geri gönder. Ta ki boşa geçirdiğim dünyada iyi iş (ve hareketler) yapayım.” Hayır! Bu onun ağzından çıkan (boş) bir laftan ibarettir. Onların gerisinde ise, yeniden dirilecekleri güne kadar (süren) bir berzah vardır.” (Mü’minun Suresi, Ayet: 99-100)

Rabbimiz! Bizi buradan çıkar. Eğer bir daha (yaptıklarımıza) dönersek, artık belli ki biz zalim insanlarız”.”(Allah) Buyurur ki: Alçaldıkça alçalın orada! Bana karşı konuşmayın artık!” (Mü’minun Suresi, Ayet:107-108)

“Onların (müşriklerin) ateşin karşısında durdurulup, “Ah, keşke dünyaya geri gönderilsek de bir daha Rabbimizin ayetlerini yalanlamasak ve inananlardan olsak!” dediklerini bir görsen!” (En’am Suresi, Ayet: 27)

Hayır! Daha önce gizlemekte oldukları şeyler (günahlar) kendilerine göründü. Eğer (dünyaya) geri gönderilseler yine kendilerine yasak edilen şeylere döneceklerdir. Zira onlar, gerçekten yalancıdırlar.” (En’am Suresi, Ayet:28)

Onlar (müşrikler), hayat ancak bu dünyadaki hayatımızdan ibarettir; biz, bir daha da diriltilecek değiliz, demişlerdi.” (En’am Suresi, Ayet: 29)

Helak ettiğimiz bir belde için artık(yeniden mamur olmak) imkânsızdır; çünkü onlar geri dönmeyeceklerdir.” (Enbiya Suresi, Ayet: 95)

Tenasuh inancı; eski Mısır, Anadolu, Yunan, Finike, Mezopotamya ve Hindistandaki çok tanrılı dinler arasında görülmüş ise de, en yaygın olduğu toplum, Hint toplumu olmuştur.

Eski Yunan Filozoflarından Pythogoras, Eflatun, Sokrates ve Yeni Eflatuncular da reenkarnasyona (Tenasuh’a) inanırlardı.

Reenkarnasyoncular (Tenasuhçular) nançlarındaki farklılıklar yönünden dört gruba ayrılırlar:

1-Ruhların, kendi cesetlerinden ayrıldıktan sonra, ayrıldığı cesedin cinsinden olmasa bile, diğer canlılara geçtiğini kabul edenler.

Bunlara göre; günahkârların ruhları çirkin ve iğrenç hayvanlara, iyilerin ruhları da meleklere aittir. Buna “mash” denir.

2-İnsandan ayrılan ruhun, sadece diğer insanların bedenlerine geçtiğini kabul edenler. Bunlara göre; iyi ruhlar iyi bedenlere, kötü huylar ise kötü bedenlere girer. Buna “nash” denir.

3-Ruh’un, canlı-cansız tüm varlıklara geçtiğine inananlar. Bu gruba göre; ruhun cansız varlıklara geçmesine “fash”, bitkilere geçmesine ise, “rash” denir.

4-İlahi ruhun, dünyada yaşayan varlıklar arasında yayılıp taksim olunduğuna inananlar. Bu anlayışa göre tenasuh, bilinen meşhur şeklinden tamamen ayrı bir görünüm almaktadır. Bazı müfrit Şiiler de bu anlayıştadırlar.

Reenkarnasyon (tenasuh) inancının, İslam Dini ile en ufak bir ilgisi yoktur. Hatta ahiret inancını reddetmesi itibariyle İslam’a taban tabana zıttır.

Bu inancın; Rezzamiler, İsmaililer, Nusayriler, Dürziler ve Karmatiler gibi bazı fırkalar arasında yaygın olması, onun İslam kökenli olmasını gerektirmez.

Zaten bu fırkaların çoğunun İslam Dini ile hiçbir alakası yoktur.

Reenkarnasyon (Tenasuh) inancı, kişinin Müslümanlık dairesinden çıkıp, kâfir olmasına sebeptir.

Çünkü bu inançta; öldükten sonra dirilme, ahiret, ceza ve mükâfat gibi İslam’ın temel esaslarını inkâr vardır.

İbnu-i Hazm, reenkarnasyoncuların (tenasuhçuların) kâfir olduklarında icma olduğunu söyler.

Cenab-ı Hak, Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyuruyor:
O günahkârların, Rableri huzurunda başlarını öne eğecekleri,”Rabbimiz! Gördük, duyduk. Şimdi bizi (dünyaya) geri gönder de, iyi işler yapalım, artk kesin olarak inandık”, diyecekleri zamanı bir görsen!” (Secde Suresi, Ayet: 12)

Onlar (müşrikler) orada: Rabbimiz! Bizi çıkar, (önce) yaptığımızın yerine iyi işler yapalım! Diye feryat ederler. Size düşünecek kimsenin düşünebileceği kadar bir ömür vermedik mi? Size uyarıcı da gelmedi mi? (Niçin inanmadınız?) Şimdi tadın (azabı)! Zalimlerin yardımcısı yoktur.” (Fatır Suresi, Ayet: 37)

Bu sapık inanç (reenkarnasyon ve tenasüp inancı) ile ilgili olarak İslam Âlimleri tarafından pek çok akli ve nakli deliller getirilmiştir.

Bunlarda bir kaçını aşağıya alıyorum:
a-İnsan ruhunun bazı hayvanların bedenine geçtiğini kabul etmek aklen mümkün değildir.

Çünkü öyle olsa idi, kendilerine insan ruhlarının geçtiği kabul edilen hayvanların da, insanlar gibi konuşmaları, düşünmeleri, onlar gibi yaşamaları gerekirdi.

Hâlbuki böyle bir şey asla olmamaktadır, olamaz da.
b-Reenkarnasyoncuların dediği gibi, eğer ruhumuz şimdiki bedenden önce başka bedenlerde olsaydı, o bedenlerde iken bütün yaptıklarımızı şu anda bilmemiz gerekirdi.

Hâlbuki hiç birimiz böyle bir şey hatırlamıyoruz.
c-Eğer reenkarnasyon inancı doğru olsaydı, o zaman dünyada doğanlarla ölenlerin aynı sayıda olmaları gerekirdi.

Hâlbuki nüfus devamlı artmakta ve insanlar nüfus artışının önünü almaya çalışmaktadırlar. Ölenlerden fazla olarak dünyaya gelenlerin ruhları nereden gelmektedir?

Demek oluyor ki; reenkarnasyon (Tenasuh) inancı, asılsız bir safsatadır. İslam Dini ile hiçbir alakası yoktur. Tamamen çok Tanrılı dinlerin batıl inançları arasındadır.

Devamını Oku

Veri politikasındaki amaçlarla sınırlı ve mevzuata uygun şekilde çerez konumlandırmaktayız.