35,2068$% 0.3
36,7672€% 0.92
44,3202£% 0.7
2.968,33%1,32
4.853,00%0,96
3382494฿%-1.41941
Keza Ramazan boyunca İslam’ın temel altı inanç ilkesine yer vereceğimi ifade etmiştim. Tevhit hakkında bir iki temel konuyu daha ele aldıktan sonra, İslam’ın ikinci temel inanç ilkesine yer vermeye çalışacağım.
Bilindiği üzere İslam, akideleri bozulmuş insanların, zayıfları sömürmesi, mağdur ve mazlumların manevi dilekçelerine adeta verilen cevap misali, tevhit bayrağı altında toplanması emredilerek, insanlığa şekil verilme mücadelesidir. İnsanoğlu içerisinde zayıf halka olarak görülen kadınların haklarının teslimi konusunda, tevhidi ilkenin yeryüzüne müdahalesini birkaç cümle ile analiz etmek istiyorum.
Bu bağlamda İslam’ın tevhit ilkesi, kadın ve erkek arasında dengenin tevhidini kurmayı da amaçlamıştır. Tarihten günümüze kadın – erkek arasında bir denge / tevhit de kurulamamıştır. Keza tarihten günümüze kadın dişilikten kişiliğe de henüz yükselememiştir. Desene cehaletle mücadele halen devam etmektedir. Bu konuda da zihinsel hicret ve gusül abdesti almamız gerektiği anlaşılmaktadır. Kadın ve erkek arasında tarafların biyolojik ve sorumluluk farklılıklarının üstünlük kabul edilmesi cehaletin bir göstergesi olsa gerektir. Bu bağlamda nasların miyop veya hipermetrop bir gözlükle okunması daha da düşündürücüdür. Sonuçta her gün pek çok kadının öldürülmesi daha da acıdır.
Kadın ve erkek arasında sosyal hayatta bir denge kurmak, tarihten günümüze hâlâ tartışılmaktadır. Cinsiyet ayrımcılığına tabi tutulan kadın, her dönem toplumlarının yumuşak karnı olmuştur. Kadın ve erkek arasındaki hak dengesi, İslam’ın tevhit ilkesiyle rotasına sokulmuştur. Tarihten günümüze erkeğin mülkü kabul edilen kadın, İslam dininin tevhit akidesiyle özgürlüğüne kavuşmuştur. Kadınlar zayıf halka görüldüğünden, erkekler için bir süre adı belirlenmemişken; kadınlar için Nisâ süresi adeta onlara pozitif ayrımcılık getirmiştir. Kadın ve erkek arasında sorumlulukları ölçüsünde, hak ve görevlerde adil bir taksimat yapılmıştır.
Keza İslam’ın tevhit ilkesi, sosyal hayatta emek ile sermaye arasında dengenin, tevhidini de kurmayı hedeflemiştir. Oysaki bugün sosyal ve iktisadi hayatımızda, adeta sen çalış ben yiyeyim, sömürü düzeni kurulmuştur. Öyle ki sosyal hayatta asalak yaşama anlayışı hâkim kılınmıştır. Sonuçta sosyal ve iktisadi hayatta kapital mabedini tavaf edenler ile emekçilerin sömürüldüğü iki sınıf ortaya çıkmıştır. Kapital – para, bir güç kabul edilmiştir.
Gücü elde eden de sözü elde etmiştir. Sosyal ve iktisadi hayatta hakkın değil de onun sözü geçmiştir. Desene gücü elde eden de hakkı esir almıştır. Hak esir düşünce de emek sömürülmüştür. Desene emek de esir düşmüştür. Sonuçta hukukun üstünlüğü, kapital gücünün üstünlüğüne dönüşmüştür. Bugün sosyal ve iktisadi hayatta adeta hukuk mahkûm, güç hâkim olmuştur. Mahkûmlar yargılamış, hâkimler mahkûm düşmüşlerdir.
Tevhit bu kapitali ve gücü mabet olmaktan çıkarıp hakkı ve hukuku mabet yapmayı hedeflemiştir. Tevhit, hakkı hâkim kılma mücadelesidir. Bu anlamda tevhit mabet alanının tekrar aslına irca etme mücadelesidir. Sonuçta bütün bu iktisadi batıl yollar, gücü ve kapitali üstün tutarak sapmış bir toplum yapısı oluşturmuştur. Kapitalizm mabedini tavaf edenler, bu kapital gücünün sınıfsal ayrıcalığına inanmışlar ve hakka isyan etmişlerdir. Hak ve hukuku da kendileri belirlemişlerdir.
Güce tapanlar, hakkı da sosyal veiktisadi hayattan kovmuşlardır. Hak karşısında iktisadi güçlerini kullanarak güce tapmışlardır. Fakat onlar güce taptıklarının farkında bile değillerdir. Keza bugün hak değil de güç odaklı iktisadi ve sosyal örgütler, tevhide kurşun sıkan tevhit düşmanlarına cephane biriktiren örgütler gibidirler. Sonuçta hakkın değil de iktisadi gücün üstün olduğu bir toplum oluşmuştur. Herkes farkında olmadan adeta güç elde etmek için tanrılığa soyunmuştur. Gücün üstün tutulduğu bir toplum üretilmiştir. Gücün üstün olduğuna iman etmiş bir toplumun, tevhidi dille ifade etmesi kendisini Müslüman yapsa da mümin yapmayacaktır. Tevhit ise hakkı üstün tutan bir toplumun inşası için gönderilmiştir. Tevhit sosyal ve iktisadi hayatta, hak edene hakkını verme, hakkı üstün tutma mücadelesinin adıdır bilesiniz.
Bu bağlamda iktisadi hayatın temel rüknü olan emek ve sermaye dengesi nasıl kurulacaktır? İktisadi adalet nasıl sağlanacaktır? Sosyal hayatta iktisaden terazi nasıl âdil ayarlanacaktır? Emeğin payı ile sermayenin payı nasıl adil bölüşülecektir? Bütün problem bu iki temel unsurun bölüşümünde yaşanmaktadır. Toplumlar emek ile sermaye dengesini kuramadıkları ölçüde barışı yakalamaları da mümkün olamayacaktır. Desene toplumlarda ezenler ile ezilenler her daim olacaktır. Adil bir tevhidi düzen kurulamayacaktır. Demek bütün problem emek ve sermaye dengesinin / tevhidinin kurulmasında yatmakta olduğu anlaşılmaktadır.
Naslarda bu konu, anayasal üst norm niteliğinde, haksız kazanç batıldır ilkesi bulunmaktadır. Bu ilke genel geçer, anayasal üst norm niteliğindedir. Naslar, bu genel ilkeleri insanlığa önerdiği gibi iktisadî hayatımızda da temel ilkeler önermiştir. Bu temel ilkeler de genellikle riba, garar ve gabn olarak bilinmektedir. Bu genel ve temel ilkelerin pratiğe yansıtılmasında sıkıntı yaşadığımız anlaşılmaktadır. Bugün temel problem, bu iktisadi adaleti nasıl sağlayacağız? İktisaden rotamızı nasıl belirleyeceğiz?
Naslardan çıkarılan ilkelerin temel esasının da üretim olduğu anlaşılmaktadır. Bu bağlamda hak etmenin rüknü de üretimden geçmektedir. Üretmeden elde edilen gelire meşru bakılmamıştır. Zira iktisadi hayatta, hak ettiğin senindir. Hak etmediğin senin değildir. Hak etmediğin gelir, hak etmediğin makam, hak etmediğin ücret de senin değildir. Bunlar da bir tür ribadır bilesiniz.
Riba yetmiş küsürdür. Bunlardan birini bankalardaki haksız kazançlara vermişolsak bile, atmış dokuzu para ve sermaye piyasalarımızda halen devam etmektedir. İşte tevhit inancı ile bu piyasalardaki alıcı ve satıcı arasında, adil bir terazinin kurulması hedeflenmiştir. Tevhit inancı sosyal hayattaki bu iktisadi sömürü düzenine karşı, tevhit bayrağı altında toplanarak tarafların haklarının adil bölüştürülmesi, bu bağlamda emek ve sermaye dengesinin kurulması için verilen mücadelenin adıdır.
Üretim faktör gelirlerinden emeğe gelince; Peygamber (sav), “Hiç kimse kendi elinin emeği ile kazandığından daha hayırlı bir lokma yememiştir” buyurmuştur. Demek ki en temel sermayemiz, emeğimizdir. Üretimimizin temel kaynağı da bu fizikî ve zihnî sermayemiz olan, emektir. Bunun için emeğin karşılığı, kutsaldır. Desene alın teri kutsaldır. Bu kutsal olan alın terinin, haksız bir sebeple sömürülmesi, iğrenç bir gelir elde etmek demektir. Haksız bir şekilde alın terinin elde edilmesi, cehenneme ateşini beraberinde götüren insan gibidir. Emek kutsal olduğundan, emeğin doğurganlığına ve türlerine de selam olsun. Emek bir ana gibidir. Öyle ki emeğin doğurganlığı da temeldir. Adeta emek insansa, sermaye insanoğlu gibidir. Hayatta anaya ve emeğe saygı, insan olma niteliğidir. Cennet,bu iki ananın ayakları altındadır bilesiniz. Yine de bilesiniz ki bugün sosyal hayatımızdaki emek sömürüsü, gerçek ve kamu düzenine savaş ilan edilen bir riba olduğunu da bilesiniz.
Sermayeye gelince, sermaye, emekten doğmuş, kristalize olmuş, büyümüş ve kümeleşmiş bir emek gibidir. Emek, adeta bir fon getirisi gibidir. Bu fonunuz ya rantından kira; ya da müteşebbisinden kârla nemalanır. Üretim faktör gelirleri, klasik söylem olarak da bugün hâlâ devam ettirilmektedir. Bugün emek ile sermaye dengesini sosyal ve iktisadi hayatımızdaki tevhidi ilkeye nasıl ayarlamalıyız? Klasik söylemle terazinin bir köşesine emek, bir köşesine ücret, bir köşesine sermaye, bir köşesine fâiz, bir köşesine doğal kaynaklar (akar), bir köşesine rant, bir köşesine müteşebbis/ girişimci bir köşesine de kâr koyulmuştur.
Bu durumda iktisadi adalet nasıl sağlanacaktır? Bu terazi her iki taraf için nasıl adil tutulacaktır? Bütün problem burada yatmaktadır. Ayrıca üretim faktör gelirlerinin kaynak açısından tekraren değerlendirilmesi de kaçınılmaz gözükmektedir. Sadece sermayenin getirisi olan faizin mahkûm edilmesi ne kadar da doğrudur bilemiyorum. Enflasyon ve deflasyon ortamında bu terazinin nasıl denk tutulacağı iktisatçıları epey yoracağa benzemektedir.
Diğer üretim faktör gelirlerinden elde edilen haksız kazançların durumu göz ardı edilmemelidir. Sadece sermayenin bankalardaki getirisi, faiz olarak mahkûm edilirken; diğer üretim faktörlerinden elde edilen haksız kazançlar konusunda da sınıfta kaldığımızı ifade etmek isterim. Örneğin emek, müteşebbis ve kira / rant gelirleri konuları, kaynak açısından getirileri de yeniden incelenmelidir. Sadece sermayenin getirisine faiz denilip diğer üretim faktör gelirleri hakkında sesimiz çıkmadığı sürece geleneğin tekrarlanmasının fanatizmini mi yoksa duygusallığını mı yaşıyoruz onu da bilemiyorum.
Tarihten günümüze, sosyal ve iktisadi hukuk alanında, tevhidi bir dengenin kurulması için bazı ilkeler belirlenmiştir. Kadim bu ilkelerimizle tevhidi bir terazi ve denge kurulmaya çalışılmıştır. Bu ilkeler de şunlardır: “Kâr, riskin karşılığıdır.” “Zarar, sermayeye, kâr ortakların anlaşmasına göredir.” “Zararı garantilenemeyen gelirin, kârı da helâl değildir.” Bu üç rivayet ve ilke ile iktisadi hayatımızın temel rotası çizilmiş, tevhidi bir terazinin kurulmasına çalışılmıştır. Aksi takdirde terazi de tek taraflı tavan yapabilir. Bu da taraflardan birinin haksız kazanç elde etmesidir ki bu tür kazançlar da bir tür riba sayılmaktadır.
Bugün dünyada sosyal ve iktisadi düzenler, adeta ribâ vurgununa dönüştürülmüştür. Sosyal hukuk düzenine iktisadi harp ilân edilmiştir. Alın teri gasp edilmiştir. Bireylerin mağduriyetlerinden ve mazlumiyetlerinden istifade edilmiştir. Bunun için halklar fakir bırakılarak emekleri daha da sömürülmektedir. Köleliğe gerisin geri dönülmüştür. Fakir halkın emek sömürüsü halen devam etmektedir. Adeta sen çalış ben yiyeyim diyerek köle düzeni kurulmuştur. Kamu ve özel hayata virüs sokulmuştur. Desene sosyal ve iktisadi alandaki fakirlikle savaşımızı ancak tevhit mücadelesiyle kazanabiliriz bilesiniz.
Binaenaleyh bugün de dün olduğu gibi dünyada para, ahirette iman sözü pirim yapmıştır.Öyle ki para konusunda iktisatçılar hep konuşup dururlar. Para nedir? Para mal mıdır? Para tedavül aracı mıdır? Para sembol müdür? Desene yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkmıştır. Para konusunda ittifak edilen bir tanım yapılamadığı sürece her kafadan bir ses çıkacağa benziyor. Bugün anaları esir düşmüş milletler gibiyiz. Saygılarımla.
Çalışmayı red edenin yardım parası kesiliyor!..